10 Ocak 2025 Cuma
İstanbul 10°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Adım Soner Yalçın gazeteciyim! -(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

İşte bu haftanın tarihi “Çığlığı”. Silivri zindanında esaret altında tutulan meslektaşlarımdan Soner Yalçın’ın imzası taşıyan bu mektubu, elindeki kalemi kırıp safını belli edenler de dahil tüm meslektaşlarım okumalı, yarın kimin başına ne geleceği belli değil. Kanuni Sultan Süleyman’a kalmayan bu han- ı yağma devri er ya da geç son bulacaktır ve yapılanların hesabı asla mahkeme-i kübraya kalmayacaktır.

Bu öyle bir haykırış, öyle acı dolu bir çağırıdır ki Soner başlığını aynen şöyle koymuş: Kimse var mı orada.

Bu haykırışa bu çığlığa göz yummak ve sessiz kalmak, gazetecilik ve meslek ayıbı olmanın yanında büyük bir vebalin faturası olarak bakalım kimlerine hüküm hanelerine yazılacak. Biliyorum içinizden çoğunun gözleri yaşaracak. Elbette bu satırlar basın ve özgürlük savaşçıların yanında hak ettiği yeri bulacaktır.

‘Kimse var mı orada?’

İşte tutuklu bir gazetecinin, esaret altındaki bir yurtseverin çığlığı:

“Günde 17 saat su verilmeyen, 24 saat aydınlanma lambalarının açık olduğu ve her anımın 2 kamerayla izlendiği cezaevindeki koğuşumda bazen kendimi bu sözü söylerken yakalıyorum: ‘Kimse var mı orada ?’

Yaklaşık 2 yıldır İstanbul’daki Silivri Cezaevi’nde tutukluyum. Daha mahkeme ne kadar sürecek bilmiyorum.

Fakat ben şimdiden, unutuluşa mahkum edildim. Suçum büyük çünkü; düşünmek, gezmek, gazetecilik yapmak.

Adım, Soner Yalçın. 47 yaşındayım ve 25 yıldır gazetecilik yapıyorum.

Türkiye’nin önde gelen bazı gazete ve TV merkezlerinde yöneticilik yaptım. Son olarak Türkiye’nin önde gelen gazetesi Hürriyet’in yazarıydım. 12 kitap yazdım. Bunların hemen hepsi, 100-200 bin satarak beni ülkemin bestseller yazarı yaptı. Ayrıca odatv.com adlı haber sitesinin sahibiyim.

25 yıllık gazetecilik yaşamımda, Türkiye’deki faili meçhul cinayetleri, devlet içindeki illegal örgütleri, çeteleri, mafyayı ve dinci cemaatleri kaleme aldım. Tarih çalışmaları yaptım.

Yazdıklarım nedeniyle ölüm tehditleri aldım; aylarca saklanmak zorunda kaldım ama yine de korka korka hakikatleri yazdım.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye Millet Meclisi Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu, devlet-mafya ilişkilerini araştıran mahkemelerde tanıklık yaptım.

Gazetecilik kuruluşları dışında hiçbir derneğe, vakfa, siyasal partiye ve örgüte üye değilim.

Ülkemde sadece mesleki kimliğimle tanınırım, siyasal kimliğimle değil.

Ve buna rağmen, 5 yıldır süren yargılama sonucu hala ortaya çıkarılamamış ‘Ergenekon’ adı verilen gizli bir örgütün üyesi olduğum iddiasıyla hapisteyim. Peki delil olarak ne gösteriyorlar?

Suçum sormak, gerçeği aramak

Sahibi olduğum odatv.com bilgisayarında devlet güvenliğini ilgilendiren Word dosyalarının bulunması! Bunlar bize ait değil, virüsle bilgisayarımıza gönderildi. Bunu Türkiye’nin üç seçkin üniversitesi ile bir ABD bilişim ve siber suçlar şirketinden aldığımız bilirkişi raporlarıyla ispat ettik. (Bu virüsü, polis içindeki dinci cemaat mensuplarının yaptığından şüphe ediyoruz.) 134 sayfalık iddianame aslında neyin yargılama konusu olduğunu ispat ediyor: İddianamede, 361 ‘haber’, 280 ‘kitap-yazı’, 53 ‘köşeyazısı’, 26 ‘röportaj’ ve 5 ‘makale’ sözcüğü geçmektedir!

İddianamede, silah yok, bomba yok, cinayet yok, eylem yok. Mahkemede hakimler bana sadece, ‘o haberi neden yaptınız’ veya ‘o röportajı niye yayımladınız’ sorusunu yöneltti!

İşte suçum bu: Soru sormak, gerçeği aramak, hakikati yazmak. Yani, mesleğimi yapmak...

Türkiye’deki meslektaşlarım şeytani bir entrikayla hapse atıldığımı biliyor. Fakat büyük çoğunluğu, cezaevine gönderilmemek, işsiz kalmamak için korkup gerçeği yazamıyorlar.

Bu sebeple ben de size bu mektubu yazıyorum.

Benim ülkemde düşünce hala kötülüğün simgesi olarak görülüyor. Düşünsel değerlere tutkuyla bağlı zihinlere sadece düşmanlık ediliyor; sahte delillerle hapse atılıyor.

Oğlumun kokusuna hasret...

Bu mektubu size yazdım; çünkü siz benim ‘suç’ ortağımsınız. Nasıl mı:

Aydınlanmayı, özgür düşünceyi, akılcılığı sizden öğrendik biz. Erasmus, Descartes, Montesquieu, Voltaire, Rousseau, David Home, Kant, Marks, Weber, Sartre, Camus değil misiniz siz?

Siz düşünce için canını veren Brunu değil misiniz? Siz Dreyfus’un yanında duran Emile Zola değil misiniz? ‘Siz yanlış yaşam doğru yaşanmaz’ diyen Adorno değil misiniz ?

Sevgili dostlar, evet siz benim ‘suç’ ortağımsınız! Sizi harekete geçirmeye çağırıyorum. Yalnız olmadığımı gösterin.

Sessizliğe mahkum edilişime son verin. Sesim olun, kalemim olun.

Yıkın yalanlarla örtülü şu zindanın dört duvarını.

Yoksa...

Bu yine; toprağa, çiçeğe, ağaca ve en dayanılmazı 12 yaşındaki oğlumun kokusuna hasret; insani niteliklerimi kaybetmem için yoğun tecrit uygulanan cezaevindeki koğuşumda kendimle konuşmaya devam edeceğim:

‘Kimse var mı orada?..”