Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney
"Geç kalan teselli idamdan sonraki affa benzer" diye William Shakespeare'in bir sözü vardır. Sanki günümüz Türkiye'sindeki kimi olaylar üzerine söylenmiş gibi. Dünün kimi zaaf olarak algılanan olaylarının günümüzde erdem, günümüzdeki kimi erdemlerin de zaaf olarak tanımlanması gibi. Her şey öylesine hızlı bir değişim-dönüşüme uğruyor ki, erdemlerle zaafları ayırt etmek bile pek mümkün olmuyor.
Dünün dışlanan, ama günümüzde muhafazakar kesimin bilinen politik nedenlerden ötürü sahiplenmek için yarış ettiği Ahmet Kaya örneğinde olduğu gibi. Tüm bu sahiplenme yarışında, birilerinin Ahmet Kaya'yı yeni keşfedip , ya da eski bir deyimle iade-i itibar verme eylemine oldukça hararetli söylemlerle katılmaları, elbette ki sevindirici bir olay. Ama Shakespeare'in dediği gibi, aynı zamanda geç kalınmış bir teselli de...
Ülkemiz; bir bakıma, döneminde anlaşılmayıp, dışlanmış, suçlanmış ve de doğdukları coğrafyanın çok ötelerinde ölüme tutsak edilmiş sanatçıların gereğinden fazla bol olduğu bir ülke. Nazım Hikmet'ten Yılmaz Güney'e, Ahmet Kaya'dan daha nicelerine, bir çok sanatçı, ne yazık ki, yaşarken kendilerinden esirgenen ilgi, sevgi ve saygıya çok sonraları ulaşabiliyor. Bu bir Doğu geleneği midir, yoksa kimi politik olguların zamanı algılamakta güçlük çektikleri, bilinçli bir seçim mi midir, pek bilinmez. Daha doğrusu bilinmezlikten gelinir.
Dün Ahmet Kaya'yı bilinen nedenlerle suçlayan kesimin birden bire ona tutunma gereğini duyması elbette ki son politik gelişmelerin kaçınılmaz bir sonucu. Emir büyük yerden çıkınca -ya da ondan güç kazanınca- herkes onun peşine takılıp adeta bir ağızdan, bilinen sloganlarla Ahmet Kaya taraftarına dönüşmekle kalmadı, bir çeşit geçmişe yönelik bir cadı avının da oluşmasına zemin hazırladı. Kimi yazar ve yayın organları, malum geçenin çatal-bıçak atan suçlularının peşine takılıp, sözüm ona Ahmet Kaya sevgisinin gölgesine saklanarak, bir bakıma bir başka serüvene yelken açma kurnazlığını gösterdiler. Nasıl olsa rüzgar onların tarafından esiyordu. Ne kadar suçlu bulurlarsa, o kadar güçlü ve de haklı olduklarını kanıtlanacaktı sanki.
Olsun, tüm bu taktik ve de yapay sevgi gösterileriyle kuşatılmış sahiplenmeye rağmen Ahmet Kaya sevgisinin geç de olsa bu topraklarda esmesi, yerini bulması sevinilecek bir olay.
Dileriz ki bu sahiplenme duygusu Yılmaz Güney'e de nasıp olsun. Bir zamanlar, yalnızca "Kürdistan " sözcüğü geçtiği için, yıllar yılı yasaklanan Yol filmi, tüm TV'lerde gösterilsin, bugün kayıp olan filmleri ortaya çıkartılarak genç kuşaklara iletilebilsin. Bakalım muhafazakar kesim Ahmet Kaya'dan esirgemediği geç kalan sevgiyi ve saygıyı Yılmaz Güney'e de aynı cömertlikle verebilecekler mi?
İşte o sevgiyi Yılmaz Güney ve de benzerlerinden esirgemediğimiz zaman, inanın bu topraklarda doğup da savaşımın içinde olanlar, bir daha bir başka topraklara gömülme ayıbını ve hüznünü yaşamayacaklardır.