21 Kasım 2024 Perşembe
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

AK Parti’nin dış politikasındaki NATO çıkmazı

Fikret Akfırat

Fikret Akfırat

Gazete Yazarı

A+ A-

Dünya, 15 gündür, HAMAS’ın 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonunun ardından gelen ABD destekli İsrail saldırganlığını izliyor. Önce stratejik düzlemi ele alalım: ABD, uçak gemileriyle bölgede gövde gösterisi yapıyor. İngiltere, onun yanında başrolde. ABD’nin kuyruğuna takılan Avrupa devletleri, İsrail’e toz kondurmuyor. Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan, Rusya, Çin ve İslam ülkeleri ise Filistin’in yanında.

İran hariç, adı geçen her ülkenin ve daha birçok ülkenin hem ABD hem de İsrail ile değişik düzeylerde ilişkileri var. Önceki dönemde, bu ilişkiler, bu ülkelerin ABD’ye ve İsrail’e karşı tutum almasını kimi zaman önlüyor, kimi zaman da sınırlıyordu. ABD ve İsrail, bölge ülkeleri arasındaki çatlakları genişleterek, bunlardan yararlanarak bölgedeki nüfuzunu ve hareket alanını genişletiyordu. Ama bugünün dünden farkı, ABD’nin (ve İsrail’in), bu ilişkileri kullanarak bölge ülkelerini kendisine karşı eyleme geçmekten alıkoyma kudretinin ortadan kalkmış olması. Bunun nedenleri ve arka planındaki gelişmeler ayrı bir yazının konusu, o yüzden burada sadece durum tespiti ile yetiniyoruz.

Sonuç olarak mevcut durum, aslında ABD ve İsrail saldırganlığını dizginlemek ve hatta püskürtmek için şartların ne kadar elverişli olduğunu ortaya koyuyor.

ATLANTİK’TE BOCALAMA

Dünya çapında ve bölgemizdeki gelişmelerin seyri, zaten son derece belirleyici olan Türkiye’nin önemini bir kat daha artırıyor. Peki, Ankara ne yapıyor? Türkiye’den en üst düzey yetkililer arka arkaya “-meli, -malı” ile biten cümlelerle açıklama yapıyor. Uluslararası alanda yürütülen bazı girişimleri yok saymıyoruz. Ancak Türkiye’nin atacağı adımlar, hem mevcut gücü hem de dünya çapındaki güç dengesinde halihazırda kurduğu ortaklıkların sağladığı potansiyel nedeniyle, gelişen dünya ülkeleri lehine sonucu belirleyecek önemde. Buna karşın, Ankara, Atlantik cephesi içindeki konumlanışının bir sonucu olarak, bocalama içinde.

ÜÇ AÇIKLAMADAKİ ORTAK STRATEJİ: NATO’YA BAĞLILIK

Geçen hafta içinde bu durumu çıplak bir şekilde ortaya koyan, AK Parti Hükümeti cenahından üç ayrı açıklamaya dikkat çekeceğiz.

Birincisi, Dışişleri Bakan Yardımcısı Ahmet Yıldız’ın, 19 Ekim’de TBMM Dışişleri Komisyonu’nundaki konuşması. Yıldız, Filistin gündemli toplantıda şöyle konuştu:

“Savunma, güvenlik politikamızın belkemiğini oluşturan NATO’da ülkemiz, farklı coğrafyalardaki misyonlara en fazla katkı sağlayan ilk 5 müttefik arasında yer alıyor. İkinci büyük orduyuz. (…) İsveç yükümlülüklerini yerine getirdiği takdirde aynen Finlandiya’da olduğu gibi gerekli onay süreci başlatılacaktır. Esasen NATO’nun genişlemesi konusundaki ilkemiz geçerlidir. Biz, NATO’nun Batı Balkanlara da ve uygun olan, kriterleri yerine getiren diğer müracaatçılara da açık olması gerektiğini savunuyoruz. Bu tavrımızı 1990’lı yıllarda net gösterdik, son derece ciddi ihtilaflarımızın olduğu ülkelerin dahi NATO’ya girmesini veto etmedik, hatta birçoğunu teşvik ettik.”

İkincisi Hulusi Akar’ın 18 Ekim’de, Irak ve Suriye’ye asker gönderme tezkeresinin görüşmelerinden sonra gazetecilerin sorularını yanıtlarken söyledikleri:

“Bize bazen ‘neden İncirlik’i boşaltmıyorsunuz?’ diye eleştiriler yapılıyor. Boşaltırsak ne olacak? Sonra ‘neden Amerikan üsleri Yunanistan’a, Dedeağaç’a, Girit’e gitti?’ diye eleştiriyorsunuz. Ayrıca bizim ABD ile ilişkilerimiz, anlaşmalarımız var. İncirlik tamamen Türkiye Cumhuriyeti’nin mülkünde olan bir yer. Türk devletinin bayrağı orada dalgalanıyor. Bütün faaliyetler üs komutanının emir ve bilgisi dahilinde yapılıyor. İncirlik Üssü’nün komutanı da bir Türk subayıdır. Ayrıca bizim de uluslararası anlaşmalar çerçevesinde yabancı ülkelerde askerlerimiz var.”

Üçüncüsü de AK Parti Sözcüsü olmasına rağmen Hükümet Sözcüsü görevi yürüten Ömer Çelik’in açıklaması. Çelik, 18 Ekim’de Ulusal Kanal muhabiri Seda Akyüz’ün “ABD’nin İsrail’i korumak için kullandığı Kürecik Radar Üssü’nün kapatılması gündeme gelebilir mi?” sorusuna, “Biz bir takım tepkilerin ortaya konulmasını ateşkesin sağlanmasını politik diplomasi çerçevesinde yürütüyoruz. Diplomatik çizgiyi koruyoruz. Söylediğiniz konularla ilgili sıcak gündem söz konusu değil.” diye yanıt verdi.

NATO NEDEN, NATO’CULUK SONUÇ

Üç açıklamanın da ortak noktası, ABD-NATO’ya bağlılığı ortaya koymasıdır. Akar’ın Amerikan üslerini, “Yunanistan’da olacağına Türkiye’de olsun” gerekçesiyle savunması ise çok ciddi bir stratejik yanlışı temsil ediyor. ABD’nin PKK’ya desteğini, “PKK ile değil bizimle işbirliği yapın” diye önlemeye çalışmanın arkasında da aynı temel yanlış yer almaktadır.

Şunu bir kez daha net bir şekilde saptayalım: ABD’nin PKK’yı desteklemesi bir stratejinin sonucudur. Bu stratejiye göre, Türkiye bertaraf edilmesi gereken bir hedeftir. Bu, ABD’nin resmi ve yarı resmi belgelerinde de yer almaktadır. Son olarak, ABD yönetiminin, 2019’dan beri her yıl uzattığı Ulusal Acil Durum Kararı’nda açıkça ifade edilmektedir. Buna göre ABD, “Suriye’nin kuzeyindeki eylemleri nedeniyle Türkiye’yi olağanüstü ve olağan dışı bir tehdit” olarak görmekte ve buna göre eylemler uygulamaktadır.

Bu koşullarda, “ABD ile müttefikiz, NATO’nun ikinci büyük ordusuyuz, genişlemesini destekledik” ya da “Yunanistan ya da PKK değil bizimle müttefik olun” anlamındaki açıklamalara neden olan strateji, ABD’nin ekmeğine yağ sürmekten başka işe yaramaz.

Ahmet Yıldız da, Akar da, Ak Parti Hükümeti’nin temel stratejik yanlışını çıplak bir şekilde ifade etmektedir. Çelik’in açıklaması ise, Ankara’nın elindeki imkanları değerlendirme kabiliyetinden yoksun olduğunu göstermektedir.

Yapılacak iş basittir: Filistin konusunda aynı cephede olan Türkiye, Rusya, İran, Çin, Suudi Arabistan, Mısır ekseninin oluşturulması ve duruma el koyması. Filistin konusunda kurulacak bu ortaklık, ABD-İsrail saldırganlığını püskürtmekle kalmayacak, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile Suriye-Irak başta olmak üzere birçok cephede mücadele ettiği Atlantik’i geriletecektir. Bunun şartları vardır. Ayrıca vurgulayalım, Türkiye’nin öncülük etmesi bu eksenin kurulmasını kolaylaştıracaktır. İş ki, bunu yapma iradesi ortaya konsun. Ancak Ankara bugün dünyada son derece elverişli şartlar ortaya çıkmasına rağmen, yanlış stratejisi nedeniyle bu konuda bir irade ortaya koyamamaktadır.

NATO’culuk sonuç, NATO nedendir. Türkiye’nin dış politikasındaki yanlış stratejisinin arkasındaki asıl neden, bir kez daha vurgulayalım, NATO üyeliğidir. Bugün Filistin meselesinde de görüldüğü üzere, NATO üyeliği Türkiye’nin elini kolunu bağlamaktadır.

ABD, Türkiye’nin güvenliği için tehdittir. Bu tehdide göre strateji kurulmadıkça, Türkiye’nin güvenliği sağlanamaz. NATO’nun içinde ABD tehdidine karşı mücadele edilemez.

NATO AK Parti Atlantik