Alberto Fujımorı
Ben bugünkü yazımı yazarken daha oy verme işlemi devam ediyordu, onun için de kesinleşmiş seçim sonuçları üzerinde bir değerlendirme yapmak mümkün olmadığı için kestirimler üzerinden bir yorum yapmaya çalıştım.
Her seçimden evvel söylenen bir söz vardır: “Ülke çok hayati bir seçime gidiyor” diye, ama bu sefer gerçekten öyle bir seçime gidildi.
Bir tarafta, 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinden sonra yapıldığı gibi anayasanın bir kısım hükümlerini tanımadığını söyleyebilen, bu söylem ve eylemleriyle, otoriterliğiyle tanınan 1990-2000 yılları arasında Peru’yu yönetmiş Peru Devlet Başkanı Alberto Fujimori olmaya heveslenen bir Cumhurbaşkanı, diğer tarafta kimisi bölünmeden yana, kimisi tüm değerlerini inkar etmiş, her değişik yerde birbirinden farklı şeyler söyleyen, inandırıcılığını yitirmiş bir parti ve diğerleri ya- rışıyorlar.
Görünen o ki, beğenelim beğenmeyelim HDP’nin barajı geçecek olmasıdır.
Yapılan kamuoyu araştırmaları da bu seçimin 2 kazananı olacağını ortaya koyuyordu; biri MHP, diğeri HDP...
Muhalefet partileri içinde de tek kazanamayan olarak CHP görülüyor.
Her 2 parti de oylarında yüzde 50’ye varan artışlar sağlarken, AKP yüzde 10’a yakın oy kaybetmiş olacak.
Bu tablo, AKP ile beraber ister oylarını sabit tutmuş ister 1-2 puan artırmış olsunlar diğer tüm partiler için de büyük bir başarısızlıktır.
Bu yazının yayımlandığı gün tablonun böyle oluşmuş olacağını tahmin ediyorum.
HDP’nin Diyarbakır mitinginde yapılan, burcu burcu provokasyon kokan bombalama sadece HDP’nin oylarını artırmaya, insanları keskinleştirmeye yaradı, başka hiçbir şeye değil...
Tahmin ediyorum, bu yazının çıktığı saatlerde milletvekili dağılımı +- 270 AKP, +- 120 CHP, +- 100 MHP ve +- 60 HDP gerçekleşmiş olacak.
AKP HDP, ver başkanlığı al özerkliği üstüne anlaşsalar bile başkanlık artık hayal... İkisi bir araya gelse bile referandum barajını ya geçemezler ya da kıl payı geçebilirler.
Her ne kadar Selahattin Demirtaş, bombalama olayından sonra Tayyip Erdoğan’ı ve yandaşlarını en ağır dille eleştirmiş olsa bile, yarın karşılıklı yararları bir araya gelmeyi gerektirdiği anda, yani, ver başkanlığı al özerkliği konusunda anlaşılırsa, bütün söylenenler unutulur ve işbirliği yaparlar.
Gerekçe de hazırdır, “Ne yapalım, ülkeyi hükümetsiz mi bırakalım?” denir ve söylenenler unutulur.
Tabii bu gerekçe sadece bu işbirliği için değil bütün koalisyon seçenekleri için de geçerlidir.
Ama artık bir rejim değişikliğine, yani Tayyip Erdoğan’ın bir Alberto Fujimori olmasına halkın izin vermeyeceği açıktır.
Yani Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hayalleri de böylece bitmiş oldu.
Parlamento tablosu yukarıda belirttiğim şekilde oluşmuşsa ki; böyle oluşacağından eminim, bazı siyasi partilerde, barajı aşanın da aşmayanın da büyük çalkantılar yaşanacağı aşikardır.
Demirtaş kendi içinde tutarlı, sempatik ve yumuşak bir kişilik sergilemesinin yanında, Tayyip Erdoğan’a duyu- lan nefretten ötürü de partisine en az 1-2 puan emanet oy devşirdi.
Bahçeli de milliyetçi söylemleriyle Atatürk milliyetçiliğini inkâr edenlerden kaçanların oylarını toplayarak, partisinin oylarında yüksek oranlı bir artış sağladı.
Ama ABD ve AB’nin istediği koalisyon, Tayyip Erdoğan’ın etkisizleştirildiği, Dolmabahçe’de varılan 11 mad- delik açılım projesine itirazı olamayacağını söyleyen Kılıçdaroğlu ile HDP’nin dışarıdan destek vereceği AKP-Kılıçdaroğlu koalisyonudur.
Böyle bir koalisyon uzun ömürlü olur mu olmaz mı, bu ayrı bir bahis ama bundan sonra gündemde erken genel seçim daima olacaktır.
Tabii anormal şartlar olmazsa, o da en erken 2 yıl sonradır.
AKP’nin böyle eridiği bir dönemde gerekli sıçramayı yapamayan parti yönetimlerine yakışan istifa etmektir.
Bu olur mu, hangi partide olur, onu zaman gösterir.