Ali de Muaviye de yaşıyor
50 yıldır ilgiyle takip ettiğim ve çok şeyler de öğrendiğim siyasetçi, stratejist ve araştırmacı Doğu Perinçek’in son iki yazısına yönelik eleştirilerimle ilgili olarak Prof. Dr. Eyup Karakaş, "Sayın Perinçek’in yazdıklarına, onun demek istediklerinin ötesinde bir anlam yükleyerek cevap verdiğimi" iletti.
Sayın Karakaş haklı olabilir. Ama karşımızdaki herhangi bir akademisyen değil, söyledikleri kamuoyunda, özellikle de gençler üstünde çok etkili olan Doğu Perinçek’tir. Onu dikkatle izlemek, gözlemek ve gerektiğinde eleştirmek zorundayız.
Kendisinin Hz. Ali ile Muaviye’yi aynı programın adamı göstermesi, Mutezili felsefeye dayalı İslam medeniyetini Muaviye iktidarı ile birleştirmesi bizce tarihin saltanatçı biçimde yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Biz, tarihsel çatışmaları, hanedan kavgaları olarak değil a) sınıflar savaşının, b) veya sömürgeci güçlerle sömürülen çevreler mücadelesi olarak görmekteyiz. O günkü kavga iki lider etrafında somutlaşan alt katmanlarla egemen çevre arasındaki kavga idi... Bugünkü dünyada verilen kavga da özünde bu iki sembol çevresinde yürütülmektedir. Bugün Türkiye’de emekçi sınıflar ve üretenler Ali, onları ezip sömüren egemen işbirlikçi kesim ve arkasındaki ABD de Muaviye’dir. Konuyu böyle göstermeyip mezhep çatışmasına indirger isek Sayın Perinçek elbette haklı çıkar.
EMEK MÜCADELESİ TARİHTEN SOYUTLANAMAZ
Bugün emekçilerin işbirlikçi sermayeye karşı yürüttüğü (veya yürütmesi gereken) mücadele, binlerce yıllık tarihe sahiptir. Öyle olunca Ali-Muaviye, Yavuz Selim-Şah İsmail kavgaları feodal kavgalar değil, geçmişin ezen-ezilen, sömüren-sömüren kavgasının bir biçimidir. Bunu, F. Engels, Orta Çağ köylü savaşlarını yorumlarken pek isabetli biçimde dile getirmiştir. "Bu tarihsel koşullarda çözüm, ne Hz Ali’dir, ne de Muaviye’dir. Zaten ikisi aynı çözümdür." demek, binlerce yıllık emek mücadelesini yok saymak olmuyor mu? Bu yorum bizi Yeni Osmanlıcı ideologların yanına savurmaz mı?
SOYGUNA DİRENMEK GERİCİLİK Mİ?
Sayın Perinçek, "Yavuz Selim ile Şah İsmail’in çözümleri de o kavgalarla aynı zemindeydi" diyerek Şah İsmail-Yavuz Sultan Selim mücadelesini de sınıfsal bağlamından kopartıp kaderci bir tarzda sunuyor.
Yakıcı soru şudur: Osmanlı yönetimi, tam 200 sene kötülemediği Türkmen’e 16. Yüzyıl başında niçin birden bire dinsiz/Rafızi/Kızılbaş diye saldırmıştır? Cevap, Prof. Ömer Lütfi Barkan’ın tespit ettiği Osmanlı belgelerinde yatmaktadır. Osmanlı Devleti’nin başlangıcında Türkmenlerden adil tek vergi alınırken 16. Yüzyıl’a girilirken bu vergi 2 hatta 3’e çıkartılmıştır. Buna dayanamayan çiftçiler ve hayvan üreticisi göçebeler çifti çubuğu bırakıp adil vergi alınan Şah İsmail’in topraklarına göçünce kıyamet kopmuştur. Halbuki Osmanlı padişahları o tarihe kadar Şah İsmail’in Erdebil’de yaşayan dedelerine saygı gösterip "Çerağ Akçesi" adıyla para bile yollamışlardı.
CELALİ DİYE KÖTÜLEMEK
Sayın Perinçek’ten, büyük tarihçimiz Mustafa Akdağ’ın bu dönemdeki Türkmen ayaklanmalarını neden "Türk halkının dirlik ve düzenlik kavgası" olarak adlandırdığını yorumlamasını bekliyoruz. Belgeler gösteriyor ki Türk düşmanı devşirme Osmanlı yönetimi, yaşayabilmek için direnen Türkmenleri "Celali" diye kötüleyip Sünni kitleyi de "Bunlar Kızılbaş!" diye kandırarak arkasına almıştır. Ve Anadolu’ya doğru durmadan katliam ve talan saldırıları yürütmüştür.
Buradaki sınıflar savaşımını görmezden gelerek "Olanlar kaçınılmazdı" demek, tarihi sadece kaderci bakış açısıyla açıklamak, bizi toplumbilimden Eşarî ilahiyat alanına savurur ve hatta Yavuz lakabı verilerek herkesçe kötülenen bir despotun bir gecede 40 binden fazla Türkmen’i katletmesini de zorunlu saymaya itekler.
BEKA SORUNUNU YARATAN KİM?
Türkiye bugün bir vatan savaşı sürecine sokuldu ise, bunun baş aktörü, tarihteki Ebu Sufyanoğlu Muaviye ve Yavuz Sultan Selim çizgisidir. Bu ihanet çizgisinin yandaşları olan Fethullahçı, Işıkçı, Süleymancı, Menzilci vb... tarikatler Muaviye yandaşlarıdır ve Ali çizgisine şiddetle karşıdırlar. Bu yapılar; siyasi olarak da AKP’yi ve Amerika’yı desteklemektedirler. Aleviler ise tam karşıda yani Türkiye’nin yanında ve emeğin çevresinde durmaktadırlar. Bu yüzden de Vatan Partisi üyelerinin çoğu Alevi kökenlidir. Cumhuriyet değerleri çevresinde oluşan bu konumlanmayı mezhepçilik gibi göstermek Alevilere haksızlık olmaz mı?
SAMİMİ BİR SORU
Sayın Perinçek! Eğer Hz. Ali ile Muaviye aynı programın adamları idiyseler siz bugün bile niçin şunu yazmak zorunda kaldınız? "Bütün Türkler ve Müslümanlar gibi benim de sevgim, Hz Ali’yedir."
Cevabını, izninizle ben vereceğim: Çünkü siz; emeği, adaleti, yoksulları, köleleri savunan ideolojinin temsilcisi olduğu için Hz. Ali’yi seviyorsunuz. Onunla kendiniz arasında kuvvetli bir bağ olduğunu hissediyorsunuz. Bence bu arı-duru duygunuz, yazınızdaki kaderci tarih anlayışından çok daha gerçekçi ve sizi de iyi anlatıyor.
Siz benden de iyi biliyorsunuz ki Ali ölmedi Sayın Perinçek... Muaviye de yaşıyor... İnsanlık var oldukça bunlar da var olacaklar... Birisi Mustafa Kemal olacak, öbürü Vahdettin... Bugün ve yarın da başka kılıklar ve başka adlar altında hep bulunacaklar. Sizin ve bizim yerimiz, hep olduğu gibi Ali’nin yanı olacak; bundan hiç kuşkum yok...