28 Aralık 2024 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ali Nesin’in derdi ne?

Emrah Maraşo

Emrah Maraşo

Eski Yazar

A+ A-

Kimsenin anne ve babasını seçme hakkı yoktur.
Tıpkı anne ve babanın evlatlarını seçme hakkı olmadığı gibi.
Aziz Nesin’in oğlu Ali Nesin de bu kategoride. Aydınlanmacı bir yazarımızla kan bağının olması onu saygın kılmıyor. Aksine durumu daha da kötüleştiriyor.

YETMEZ AMA EVETÇİ NEOLİBERAL
Ali Nesin neoliberal görüşleri ve “yetmez ama evet” tercihiyle sivrildi. Kendisini komünist olarak tanımlasa da savunduğu görüşler dinciliğe, Cumhuriyet düşmanlığına ve mafya sermayesine alan açmaktan başka bir sonuç doğurmuyor. Geçtiğimiz Haziran ayında bir internet sitesinde Nesin’le yapılan röportaj*, fikirleri hakkında yeterince ipucu sunuyor. Cumhuriyeti “80 yıllık vesayet” olarak nitelemesi, bölgesel özerkliği savunması, bu özerkliğin eğitim sistemine uygulanması gerektiğini söylemesi, özel şirketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının da kendi inisiyatifiyle öğrenci almasını istemesi, bunun yanında eğitimde dincileşmeyi eleştiriyor görünüp çözüm olarak yine özerkliği göstermesi…
Ali Nesin’in komünizmi ise kendi ifadesiyle bir rejim önerisi değil. Sadece yaşamında geçerli olan ilkeler bütünü. Ülkede sonuç olarak bir özgürlük kavgası verildiğini savunuyor Ali Nesin. “Kürtlerin, Alevilerin, solcuların, sağcıların, Müslümanların özgürlüğü…” Büyük kapitalistler dışında Cumhuriyet iktidarlarının herkese “çektirdiğini” söylüyor.

TARİKAT VE CEMAATLERE ÖZGÜRLÜK
Gördüğümüz gibi Ali Nesin sivil toplumculuğun, kimlik siyasetinin ve postmodernizmin gereklerini yerine getiren bir ideolojik konumlanış içinde. Ona göre Aleviler, Kürtler ve Müslümanlar diye homojen bir bütünlük var. Siyasal değil mezhep ve milliyet aidiyetlerine göre tarif ediyor toplumsal özneleri. Bu bakımdan Yeni Ortaçağ’ın gözlükleriyle bakıyor topluma.

Nesin’in dincilikten rahatsız olduğunu söylemesi onu kurtarmaya yetmiyor. Mafya-tarikat sisteminde bölgesel özerklik ve eğitimde herkesin özgür olması gibi önerilerin, Cumhuriyet’ten geriye kalan olumlu temeli dinamitleyen bir olgu olması bir yana, tarikat ve cemaat gibi kurumsallaşmış gerici yapılanmaların bizzat merkezi iktidarın alan açmasıyla eğitimde mesafe kat ettiğini görmezden geliyor.

Nesin’in önerilerinin mantıksal sonucu tarikat ve cemaatlerin özgürlüğünün yasal güvenceye alınmasıdır.

DTCF DÜŞMANLIĞI
Ali Nesin son olarak Cumhuriyet’in büyük fakültesi DTCF’nin gece ışıklandırılarak çekilmiş bir fotoğrafını Facebook hesabından paylaşarak aşağıdaki ifadeleri kullandı:

“Burası Ankara Üniversitesi, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi binası. Bu çirkin binayı yapan, yapmakla kalmayıp çok beğenip aydınlatan, en az dört bayrakla donatan, Atatürk’ün oldukça basit bir cümlesini üniversite duvarına kazımaya değer gören zihniyet elbette öğrenciler için bir masa, iki bank, üç güneşlik koymayı akıl edemezdi. Çünkü bu dalkavuk sefiller için genç ile davar arasında bir fark yoktur.”

Ali Nesin’in derdi öğrenciler değil. Ali Nesin’in derdi üniversitenin mevcut yöneticileri de değil. Eğer öyle olsaydı 1940’ta tamamlanan ve eğitime açılan binayı marjinal göstererek hedef haline getirmez, “çirkinliğinden” dem vurmaz, o binanın alnına yazılan Atatürk’ün en anlamlı sözlerinden birini sıradanlaştırma girişiminde bulunmazdı.
Eğer derdi öğrenciler olsaydı okulda masanın da bankın da güneşliğin de olduğunu bilirdi. Hatta DTCF’nin Türk Tarih Kurumu’na bakan yüzünde ikinci bir kantinin inşa edildiğini de sorarak öğrenebilirdi.
Fakat bunları yapmadı.
Güya öğrencinin yanında yer alan bir görüntü vererek binayı ve Atatürk’ün sözlerini hedef aldı.
Meselemiz Ali Nesin değil aslına bakarsanız. Meselemiz Ali Nesin gibilerin temsil ettiği cumhuriyet yıkıcısı, her şeyi “yapısöküme uğratan” sol görünümlü neoliberal zihniyetin utanmazlığıdır.

DTCF BİNASI VE MİMARİSİ
Nesin’in hedef aldığı DTCF binası 1933 yılında ülkesinden ayrılmak zorunda kalan sosyalist Alman mimar Bruno Taut’un eseridir. Taut ilk olarak 1916 yılında Türk-Alman Dostluk Evi yarışması için İstanbul’a çağrılır.** Yarışmayı kazanamamasına rağmen ismi duyulur ve ülkemiz hakkında bilgi sahibi olur.
İkinci gelişi 1936 yılında Atatürk’ün iktidarından aldığı davet üzerinedir. Türkiye’de olmaktan çok mutludur. Bunu bir Japon meslektaşına yazdığı mektupta şöyle ifade eder:
“Özgürce mimarlık yapıyor ve ders veriyorum. Dış etkiler açısından özgürüm, çünkü Atatürk uzmanlık alanlarına karışmıyor.” ***
Taut DTCF’nin yanı sıra Atatürk Lisesi, Trabzon Lisesi, İzmir Cumhuriyet Kız Enstitüsü, Ortaköy sırtlarında yer alan ve kendi adını taşıyan konutu gibi yapılara imza atar.
Taut’u bizim için önemli kılan bir özelliği de Atatürk’ün vefatından sonra onun katafalkını yapan isim olmasıdır. Kendisine bu proje için 1000 lira teklif edilmiş ancak geri çevirerek para dahi teklif edilmesinin onu üzeceğini belirtmiş, “bu benim için bir onurdur” diyerek, hastalığına rağmen katafalk projesini gece gündüz çalışarak tamamlamıştır.
Taut modern mimarinin en önde gelen ustalarından biridir. Mimari yapıda sadelikten yanadır ve yapıyı; bulunduğu coğrafyayı, kültürü ve mimari gelenekleri dikkate alarak inşa etmeyi savunur. Bu nedenle DTCF’nin ön cephesini Ankara taşlarıyla kaplatmış, turkuaz renkli çini malzeme kullanmıştır. Taut, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’nün de sorumluluğunu üstlenmiş, ayrıca toplu konut projelerinin de mimarı olmuştur. Sadece ülkemiz için değil dünya ölçeğinde önemli bir mimardır. (Kendisi hakkında daha detaylı ve değerli bilgileri aşağıdaki bağlantılardan bulabilirsiniz.)
Bruno Taut Atatürk’ün ölümünden çok kısa bir süre sonra hayata gözlerini yummuş ve Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilmiştir. Müslüman olmayan bir yabancının şehitliğe gömülmesi sıra dışı bir uygulama. Demek ki dönemin Cumhuriyet iktidarı Taut gibi çığır açan bir mimarı oldukça önemsiyordu ve bizden görüyordu.
Bunların üzerinde uzun duruyoruz çünkü DTCF gibi, Taut gibi değerlerimizin karalanmasına katlanamıyoruz. Çünkü Dil-Tarih’i mimarından ve dönemin atmosferinden soyutlayarak aşağılık bir karalama içine giremeyiz.
O atmosfer bütün yoksulluğa rağmen bilime yatırım yapan bir dönemdir. Yoksunluktaki cevheri görmüş ve harekete geçmiştir.

ATATÜRK'ÜN OKULU DTCF
Ali Nesin ve onun gibilerinin asıl derdi o binayı yaptıranlarla, o binanın alnına “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünü yazdıranlarladır. Çünkü DTCF bizzat Atatürk’ün emriyle kurulmuştur. Afet İnan’dan okuyoruz:

“1935 yılının karlı bir kış gecesi (11 Mart 1935) Çankaya’da Atatürk’ün sofrasından erken saatlerde kalkılmış, yandaki aynalı salonda bir grup halinde konuşuluyordu. Maarif Vekili Abidin Özmen’e Atatürk birdenbire şu emri vermişti: ‘Not defterinizi çıkarınız ve söylediklerimi lütfen yazınız’. Benim hatırımda kaldığına göre, bu yazılar Ankara’da bir Dil Tarih fakültesinin kurulması için Maarif Vekâletince yapılacak hazırlıklara ait idi.”****

Bu okul Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nun ardından dil, tarih ve coğrafya çalışmalarının bilimsel temelini atmak ve nitelikli kadrolar yetiştirmek için kurulmuştu. Bilerek Ankara’ya inşa edilmişti. Cumhuriyet devriminin bilimsel ve düşünsel alandaki yansımasıydı. Açılışı 9 Ocak 1936’da Ankara Halkevi Konferans Salonu’nda yapılmış ve Atatürk, İnönü, milletvekilleri, yabancı konuklar, öğretim üyeleri ve öğrenciler hazır bulunmuştu. İlk dersi bugünkü gericilerin iğrenç iftiralarla saldırdığı Afet İnan “Tarihe başlarken metot bilgisi” başlığıyla vermiş, Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan DTCF’yi “Türk kültür dünyasına temel olacak bir kurum” olarak tanımlamıştı.
Fakülte tam anlamıyla Atatürk’ün okuluydu.

BARBAR DEĞİL UYGAR TÜRKLER
DTCF aynı zamanda Cumhuriyet devrimi ideolojisini bilimsel olarak beslemek için vardı. Türkler batılıların iddia ettiği gibi barbar değil uygar ve tarihte kökleri olan bir halktı. Bu gerçek, tarihsel kaynaklarla, bilimsel olarak gösterilecekti. DTCF bu bakımdan dönemin Avrupası’ndaki emperyalist ve ırkçı yükselişe yönelik eylemli bir itirazdı.

Dil-Tarih’in alnına yazılan, hayattaki en gerçek yol gösterici olan bilim, dinci gericiliğin, hurafelerin, dogmaların egemenliğine karşı bir meydan okuyuştur. Sadece bu da değil. Bilimi hayatın merkezine koyan ve insanı bilimle dönüştüren devrimci bir anlayışın yansımasıdır.

DTCF DÜŞMANLIĞI ATATÜRK'E DÜŞMANLIKTIR
Derdimiz tek başına Ali Nesin vs. değil. Onun bu tür zavallı çıkışları bize bir vesile sunuyor. Cumhuriyet Devrimimizi, kurumlarını ve bu devrimin önderi Atatürk’ü savunma ve ileri götürme vesilesi.

DTCF gibi kurumlarımız “uzanmışım kumsala” tadında saldırılacak düzeysizlikte değildir.

DTCF düşmanlığı Cumhuriyet’in ideolojisine ve onun lideri Atatürk’e düşmanlıktan başka bir yere çıkmaz.

* http://t24.com.tr/haber/ali-nesin-bugun-olsa-yine-yetmez-ama-evet-derim-keske-ataturk-kolay-idare-edilir-bir-cumhuriyet-biraksaydi,407239
** https://www.evrensel.net/haber/75638/toplumcu-bir-alman-mimari-bruno-taut
***http://kansudan.blogspot.com.tr/2013/12/mimar-bruno-taut-ve-turkiye.html
**** Emre Dölen, Türkiye Üniversite Tarihi 4, İstanbul Üniversitesi, 1933-1946, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, Nisan 2010, s. 205,