Ali’siz Alevilik, İsa’sız Hristiyanlık, Atatürk’süz Atatürkçülük!
Bu da yeni bir moda olmalı. Bir kavramı alıyorsunuz, eğip büküyorsunuz, içini boşaltıyorsunuz, sonra da allayıp pulladığınız malzemeyi, müşteriye satmaya çalışıyorsunuz. Bunun en pratik ve güzel örneğini, Sülün Osman’ın satışlarında gördü Türk milleti. Bugün çoğumuz hatırlamayız ama, Sülün Osman lâkaplı Osman Ziya Sülün adlı açıkgöz vatandaşımız, kendisi kadar açıkgöz olmayan diğer vatandaşlarımıza 1950 ve 60’larda, Galata Kulesi, Galata Köprüsü, İstiklal caddesindeki tramvay, İzmir Saat Kulesi ve hatta şehir hatları vapurlarını bile satmaya kalkmış ve bazılarına da satabilmişti!
Günümüzde de Sülün Osman misali satışlar mevcut. Fethullah Gülen’in İbrahimi dinler arasındaki Diyalog satışını başka bir yazıda ele almak gerek elbette. Ama bugünkü siyasi arenada, en önemli Sülün Osman’cılık, Atatürk’süz Atatürk’çülük ve Ali’siz Alevilik konularında yapılanlar. Biz de bugün Ali’siz Alevilik konusunda Avusturya’dan yapılmaya çalışılan satışları ele alacağız.
Bu konuda bir yazı kaleme alabilme yetkisini nerden buluyorsun diye soranlar için kısa bir açıklama yapmalıyız: Türkiye’nin kültür tarihi ve özellikle de müzik tarihi konusunda tam tamına 40 senedir çalışmaktayız. Elbette Türk müzik ve mistik kültürünün en önemli unsuru olan Alevi-Bektaşi edebiyatı, şiiri, nefesleri, semahları konusunda bu kadar uzun süre çalışan birinin, Alevilik ve Bektaşilikte Ali imgesinin ve varlığının ne denli önemli olduğunu bilmemesi mümkün değildir. Biz de bu çalışmalarımızın ve kırk senelik çabalarımızın bize verdiği ödev duygusu ile Alisiz Alevilik iddiaları konusunda birkaç şey söylemek isteriz.
BATI’DAN ALEVİLİĞE YAPILAN SALDIRIYA, BATI’LI DÜŞÜNÜRLERİN CEVAPLARI
Bu söylediklerimizi de, Batı’da Ali’ye hayran olan ve onun hakkında Türk okuyucuların çoğunun da bilgilerini borçlu oldukları bazı muhterem Alevi-Bektaşi uzmanı tarihçi ve felsefecilerin düşüncelerine dayandırıp, bizzat onların ne dediklerini göstermeye çalışacağız. Aslında Batı’nın Alevi-Bektaşi araştırmacıları o kadar çoktur ki, biz burada sadece en önde gelen üç uzmanın Alevilikte Ali’nin merkezi önemi ve Alevi kültürünün Ali’nin kişiliği çevresinde oluşmasının gerekçelerini göstereceğiz kısaca. Bu konuda daha da bilgi sahibi olmak isteyenler elbette bu yazarların büyük eserlerine başvurabilirler. Ayrıca, şunu da belirtmek gerek ki Türkiye’mizde de bu konuda herkesin bildiği ve takdir ettiği onlarca uzman bulunmaktadır. Örneğin Abdülbaki Gölpınarlı, Ahmet Yaşar Ocak, İsmet Zeki Eyüboğlu gibi. Biz burada sadece Batı’dan bu konuda araştırma yapanların düşüncelerini alarak, Avusturya’daki Alevi derneklerinin bu konudaki gafletlerini Batılıların gözü ile eleştirmeye çalışacağız.
TÜRKİYE ALEVİLERİNİN AZERİ-RUS ANNESİ: İRENE MELİKOF
İlk örneğimiz büyük düşünür İrene Melikof’tan olacak. Soyadından da anlaşılacağı gibi bir Rus-Azerisi olan İrene Melikof, Alevi-Bektaşi kültürü ve felsefesi üzerine yıllar boyu Türkiye’nin köylerinde ve şehirlerinde araştırmalar yapmış ve müthiş tahlilleri ile bu konuya en parlak ışığı tutanlardan biri olmuştur. Ona göre Ali Alevilikte, İslamın dördüncü halifesi olmasının çok üstünde bir öneme sahiptir. “Ali, Alevilikte İslâmi bir parlaklık altında, bir güneş tanrısallığını (kutsal Gök inancını), eski Türklerin “Gök Tanrı” inancını temsil etmektedir. İslâmi bağlamda Güneş’in tanrılaştırılması, Şah-ı merdan, yiğitlerin sultanı Ali iledir. Eski Türklerde Kök-Tengri inanışı vardır. Ali, aslında eski Türklerin Gök Tanrısı. Gök Tanrısı büsbütün yok olmadı. Hz. Ali ile birleşti. Gök Tanrı kendisinde bir güneş tanrısallığı da oluşmuş bulunan Ali ile özdeşleşecektir.” (Uyur İdik Uyardılar)
Bir başka Batılı İslam ve Sufizm uzmanı Annemarie Schimmel de aynen Melikof gibi, Ali’nin inananlar üzerindeki etkisini şöyle ifade etmektedir: “…Ali’yi kutsal olarak görmek, müslümanlar arasında o denli geniş bir kabul görür ki, o günümüzün Sufi liderlerinin Muhammed’e kadar inen silsilesinde en önemli halkalarından biridir. Ali ve Fatima’nın sülalesinden gelen Seyyidler, bugün bile Hindistan ve Pakistan’da kendilerini diğer müslümanlardan daha üstün görmelerine sebep olacak derecede, peygamber sülalesine önemli bir doğrudan bağlantı ifade etmektedirler… Bektaşi düşüncesinin tüm kumaşında Allah, Muhammed, Ali deyimi adeta bir teslis (üçleme) anlamına gelecek derecede önem kazanmıştır.”
‘ŞAHİM ALİ ABA’YA GİRENLERE AŞKOLSUN’
Bu kısa yazıya, sonuncu olarak İngiltere’den gelip, 1930’larda, daha henüz Bektaşiliğin tüm ihtişamı ile yaşadığı Balkanlarda doktora tezi için derin araştırmalar yapan John Kingsley Birge’den bir Alevi tanımı ile son verelim:
“Aleviler arasında Ali ile ilgili çok güçlü bir bağlılık mevcuttur. Alevilere ve Bektaşilere göre, Muhammed peygamberliğin gizemine sahipken, Ali evliyalığın gizemini taşır ve Allah’ın mesajının iç anlamını Ali yansıtır. Bunu Alevi ve Bektaşilerin kendilerini Ali Aba’ya yani Ali ailesine ait olduklarını, mezar taşlarında bile ifade etmektedirler.” (The Bektaşi Order of Dervishes)
Şimdi Avusturyadaki birtakım derneklerin veya şahısların çıkıp da “Ali’siz Alevilik” diye bir şey uydurduklarını duysaydı, İrene Melikof, Annemarie Schimmel ve yıllarca Balkanlarda Aleviliğin izini süren John Kingsley Birge, ne derlerdi acaba diye soracağı geliyor insanın. Halbuki onlar, üzerine basarak Ali yoksa Alevilik de yoktur demiyor mu? Fesüphanallah demekten başka bir şey gelmiyor insanın aklına, vesselam!