21 Kasım 2024 Perşembe
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Allahım yok musun?’

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Yıllar önce genç bir editör yeni işe başladığı büyük yayınevlerimizden birinde ilk kez yayın kurulu toplantısına katılır. Toplantıda yöneticiler, diğer editörler vb. 13-14 kişi vardır. En tepedeki yönetici, kendisine şahsen tanıdığı, kişisel bağlantısı bulunan yazarlar olup olmadığını sorar. Genç editör birkaç isim sıralar. Saydığı isimlerden birini hiç kimse tanımamaktadır, “O kim?” diye merak ederler. Yazarın kitaplarından söz eder ama nafile çabadır. “Unutulmuş” değildir, o yazarın ismi orada ilk kez duyulmaktadır, bilinmemektedir.

İrfan Yalçın işte böyle bir yazardı. Entelektüel açıdan dibe vurmuş yayıncılık sektörümüzde tanınmayan, ismi anlı şanlı yayınevlerinin toplantılarında hiçbir çağrışım yapmayan ama yıllar boyunca kendi yatağında usul usul akan derin bir akarsu gibiydi. “Fareyi Öldürmek”, “Ölümün Ağzı”, “Pansiyon Huzur”, “Genelevde Yas”, “Büyük Soytarı”, “Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi”, “Engerek”, “İlkyaz Ölümleri”, “Yorgun Sevda” gibi eserleriyle Türk edebiyatının bir dönemden sonra ne yazık ki gizli kalmış hazinelerinden biriydi. Yıllar önce İstanbul’u ve bütün sahte ilişkileri terk ederek Köyceğiz’e yerleşmiş, neon ışıklarından uzak durmuş ve üretimini büyük bir sükûnet içinde sürdürmüştü.

1991’de imzalayarak gönderdiği “Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi”ne, “Uzaklardan bir merhaba…” notunu düşmüş. Edebiyata ve okurlarına merhabasını, İstanbul’dan uzak durarak ileten yazarlardandı. Bu romanda altını çizdiğim satırlardan biri:

“Benim ne yaptığımı, yaşamla aramın nasıl olduğunu soruyor;
-Ölme ama sakın. Ölmeyelim. En güzel savaşma biçimi, ölmemek.”

EĞER BİR GÜN ACININ TARİHİ YAZILIRSA…

Sinemaya da aktarılan “Genelevde Yas” ve “Fareyi Öldürmek”le birlikte İrfan Yalçın’ın başyapıt niteliğindeki eseri hiç kuşkusuz “Ölümün Ağzı”dır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında İnönü döneminde Zonguldak kömür ocaklarının çevresinde yaşayan köylülere yönelik “mükellefiyet-zorla çalıştırma” zulmünü anlatır roman.

“Eğer bir gün ‘acı’nın tarihi yazılırsa, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Zonguldak kömür ocaklarında uygulanan ‘işçi mükellefiyeti’nin, kısaca ‘mükellefiyet’in de sözü edilir herhalde. ‘Mükellefiyet’, ‘yükümlülük’ anlamına gelen Arapça bir sözcük. Ama bu sözcük Zonguldak maden köylerinde ‘karabasan’la eş anlamlı bir sözcük olup çıkmıştır adeta. Bugün bile, buralarda yaşayan genç-yaşlı her köylü, bu sözcüğü duyar duymaz irkilir, bu sözcükten acı duyar” diyen İrfan Yalçın korkunç bir sömürüyü anlatır romanında.

Ocaklarda katır sayısı azdır, kazma kürek belli sayıdadır ama köylüler karınca kadar çoktur. Köylülerin “Allah’ınızdan bulun inşallah!”, “Allah ya sabır!”, “Off güzel Allahım!”, “Allah belanizu versun hepinizun!”, “Ne edelim, Allah’tan hep!” nidaları, jandarmanın zulmü arttıkça, “Allahım, yok musun?” haykırışına dönüşür, “Ölümün Ağzı” bu çığlıkla noktalanır.

ZONGULDAK MADENCİ GREVİNDE

1991’de Zonguldak madenlerinde grev sürmekteyken ve Büyük Madenci Yürüyüşü’nün başlamasına birkaç gün kalmışken “2000’e Doğru” dergisinden telefonla aradık İrfan Yalçın’ı. Bir telefonumuz üzerine Köyceğiz’den kalktı, memleketi Zonguldak’a geldi. Madencilerin tüm Türkiye’yi saran ve sarsan coşkusuna, o büyük enerjiye üç gün boyunca birlikte tanıklık ettik, “Allah’ım yok musun?”un yankılandığı köyleri, “Ölümün Ağzı”nda anlatılan, acının tarihinde yer bulan yerleri gezdik. O toprakların insanıydı. Bazı köyleri tanımakta zorluk çektiyse de atmosferin pek değişmediğini söylemişti.

“Unutma Türkiye” şiirinde, “Ne çoksun içimde ve ne çok kanıyorsun Türkiye / Son sokaklar, son kuşlar, son bahçeler bu sanki / Unut her şeyi, işleyen yaralarını ve yangınlarını da / Ama kendi çocuklarının ihanetini asla unutma!” demişti İrfan Yalçın.

Yaşamıyla ve edebiyatıyla en güzel savaşma biçimlerini ve unutturulmaması gerekenleri göstermiş büyük bir yazarı kaybettik. Huzur içinde uyusun.

Edebiyat İrfan Yalçın Zonguldak İkinci Dünya Savaşı Maden