Alman Parlamentosunda Soykırım Senaryosu
25 Şubat günü Alman Parlamentosuna yakışmayan belki de bir ilk yaşandı. Yeşiller Partisinin 1915 Ermeni tehcir olaylarını, “soykırım” olarak tanımlayan bir karar tasarısı görüşüldü. Parti eş-başkanı Cem Özdemir`in büyük bir coşkuyla yaptığı “soykırım” konuşmasında, üstüne vurgu yaparak, yalnız Ermenilere değil, aynı zamanda Hıristiyan olan Süryani, Pontus’lara ve Yezidi’lere de soykırımın yapıldığını söyledi. Hıristiyanlık şablonuna uymadığı için olacak ki, Özdemir Kürtlere de soykırım yapıldığını belirtmedi. Çünkü bugüne değin özellikle Kürtçüler, Türkiye’de yalnız Ermenilere değil Pontus ve Kürtlere de soykırım yapıldığını iddia ederler.
Cem Özdemir`i ilk defa bu kadar heyecanlı, ısrarlı ve kendisi Hıristiyan olmadığı halde, din öğesine vurgu yapan biri olarak gördüm. Papa’nın ve Protestan Papazı (eski din görevlisi) olan Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un, sözde Ermeni Soykırım iddialarını, dindaş bir yaklaşımla ele almalarını anlamak olası. Çünkü Ermeniler hakkında yapılan “soykırım” iddiaları bağlamındaki yayınlarda, “ilk Hıristiyan” halk olmalarına, sürekli vurgu yapılır.
Oysa batılı tarihçi bilim adamları bile, Osmanlı İmparatorluğunun farklı din ve kültürlere, İspanya, Portekiz, Fransa, İngiltere ve diğer eski koloni sahibi ülkelerden çok daha hoş görülü olduklarını savunurlar. Gerçekten’de bu ülkeler kolonilerinde, yaptıkları büyük katliamların ve gerçek anlamda soykırımların yanı sıra, zorla Hıristiyanlığı ve kendi dillerini kabul ettirdiler. Bunu büyük ölçüde de Latin Amerika, Afrika ve Asya’da gerçekleştirebildiler. Brezilya’da Portekizce, Meksika dahil tüm diğer Latin Amerika ülkelerinde İspanyolca, Afrika’da Fransızca ve İngilizce, Asya ülkelerinin çoğunda İngilizce iletişim ve hatta bazılarında resmi dil olarak kullanılır. Tüm bu ülkelerde Hıristiyanlık, genellikle zorla kabul ettirilmiştir. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nda “soykırım” iddialarını Hıristiyanlığa dayandırmak, batılı ülkelerde daha etkileyici görülmektedir. Ermeni çetelerinin tehcir öncesi süregelen isyanları, Osmanlı Devletinin savaş halinde bulunduğu çarlık Rusya ordusuna katılarak kendi ülkelerine ve insanlarına karşı katliamlar yaptıkları gerçeğini, din öğesiyle örtbas etme amacı ve gayreti vardır. Siyasi kariyerini her şeyin üstünde tutan Özdemir, Alman Kamuoyunda puan toplamak amacıyla, işine geldiğinde Türkiye karşıtı politikalarıyla öne çıktığı, öteden beri bilinmektedir.
ALMAN PARLAMENTOSUNA YAKIŞMAYAN İKİ YÜZLÜLÜK
Hükümetin Parti temsilcileri bu karar tasarısına ilişkin yaptıkları konuşmalarda, tasarıda belirtilen “soykırım” değerlendirmesine katıldıklarını, ancak karar tasarısının “zamanlamasının yanlış olduğunu”, ...”göç konusunda Türkiye’ye ihtiyaçları olduğunu”, “bu nedenle karar tasarısını şimdilik geriye çekmelerini”, Türkiye ile göç konusunda anlaşma yapıldıktan sonra, “soykırım kararını” yaz tatili öncesi birlikte onaylayacaklarını açıkladılar.
Hatta Hıristiyan Birlik Partileri Gurup Başkanı Kauder, bu konuda meclis oturumunda Cem`in elini sıkarak güvence verdi. İki yüzlülüğün, sahtekarlığın, utanmazlığın böylesi, bu denli açık seçik yapılışı, bildiğim kadarıyla yaşanmadı. Merak ettiğim konu, Almanya için son aylarda en önemli sorun olan göç konusuna ilişkin yapılacak görüşmelerde, Türkiye hükümetinin bu iki yüzlü politika hakkındaki tavrının ne olacağıdır.
TÜRKİYE’NİN ‘SOYKIRIM’ KONUSUNDAKİ YETERSİZ POLTİKASI
Uluslararası veya ulusal mahkeme kararı olmaksızın, bir ülkenin, büyük insanlık suçu sayılan “soykırımla” suçlanması mümkün değildir, parlamentolar “soykırım” kararı alamazlar, almamaları gerekir. Bu ancak tarihçilerin araştırmaları gereken bir konudur. Türk halkına ve gelecek nesillere yapılmak istenen bu haksızlığa karşı, gerekli tavrın gösterilmesi, insanlık görevidir.
Türkiye’nin elinde soykırım iddialarının asılsızlığını ortaya koyan yeterli kanıtlar vardır, ancak kullanılmamaktadır. bunlar gereğince ve sivil toplum kuruluşları tarafından da aktif olarak değerlendirilmelidir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası işgalci ülke olarak, Osmanlı Devleti’nin tüm arşivlerini ellerinde bulunduran İngiltere ve Fransa, 1919-1921 tarihinde,”savaş esirlerine kötü muamele ve Ermeni Katliamı” denen olayların araştırılması, suçluların yargılanması için seferber oldular. İttihat ve Terakki komitesi yetkilisi 147 kişiyi yargılanmak için Mayıs 1919 da Malta adasına götürüdürler. İngiltere Kraliyet Askeri Savcılığı, 29 aylık araştırma, soruşturma ve yargılama sonunda, “yeterli kanıt olmadığına” karar verir ve tutuklular Türkiye’ye geri getirilirler. Türkiye, Malta soruşturma ve yargılamasını önemle dünya Kamuoyuna taşımalıdır.
1985 tarihinde, ABD Temsilciler Meclisi Üyelerinin Ermeni konusunda alacakları karara ilişkin olarak, araştırmalarıyla Osmanlı,Türkiye ve Ortadoğu üzerinde uzmanlaşmış çoğu tarihçi olan, Amerikalı 69 bilim adamının yaptıkları açıklama, son derece önemli bir kanıttır. Bu belgenin de bir çok dile çevrilerek, Dünya Kamuoyuyla paylaşılması gerekir.
PERİNÇEK KARARI ISRARLA PAYLAŞILMALI
Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesinin, 15 Ekim 2015 tarihli Doğu Perinçek kararı ve 1915 olaylarının Yahudi soykırımı ile benzer görülemeyeceğine de vurgu yapması, son derece önemli bir kanıttır.
Türkiye’nin en önemli argümanı ise 1915 olaylarının, eşit sayıda Türk, Ermeni ve uluslararası tarihçilerden oluşan bir “Uzman Tarihçiler Komisyonu” tarafından, arşivler ve kaynaklar kullanılarak araştırılması ve sonucunun taraflarca kabul edilmesidir. Bu öneri de dünya kamuoyla ısrarla paylaşılmalıdır.
Parlamentolarında sözde Ermeni soykırımını kabul eden ülkelere, Türkiye Üniversitelerinde yapılacak bilimsel çalışmalarla yanıt verilmelidir. Başta ABD, Fransa, Belçika, Hollanda, Almanya gibi ülkelerin işgal ettikleri ülkelerde ve kolonilerinde yaptıkları katliamlar ve gerçek soykırımlar, bilimsel çalışmalarla ortaya konulmalıdır. Bu konularda paneller, TV yayınları yapılarak bu ülkelere anlayacakları dilden yanıtlar verilmelidir.