Alpaslan Işıklı için -(TAMAMI)
Emeğin ideolojik aydını sevgili dostumun ardından herkes eteğindeki taşı döksün, ondan sonra yazayım diye bekledim. O, eski ve çok özel bir dosttu çünkü.
Amerika’da Cornell Üniversitesi’nde iki yıllık yüksek lisans çalışmamı tamamlamış, yurda dönmüş, önce TEKSİF’te Bahir Ersoy ile sonra Genel-İş Sendikası’nda Abdullah Baştürk ile çalışmaya başlamıştım. Bir yandan da başta Abdi İpekçi döneminde Ali Gevgili’nin yönettiği Milliyet’in ikinci sayfasında olmak üzere değişik günlük gazetelere emekçiler ve örgütlerini kamuoyu ile tanıştıran yazılar yazıyor, çalışma yaşamının sorunlarına çözümler üretmeye çalışıyordum. 1967 yılında bir gün odama gözleri ışıl ışıl, yüzü güleç genç birisi geldi ve “Ben Alpaslan Işıklı, sizinle tanışmaya geldim” dedi.
Adını yazılarından biliyordum. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Cahit Talas Hoca’nın asistanıydı ve geleceğin önemli bir ismi olacağını düşünüyordum. Biraz sohbetten sonra geliş nedenini söyledi: “Cahit Talas Hoca senin bizim kürsüye asistan olarak gelmeni istiyor. Beraber çok iyi şeyler yapabiliriz.” Şaşırmıştım, çünkü akademik kariyer hiç düşünmediğim bir şeydi. Ben, emekçilerin yaşamına biraz aydınlık getirmeye soyunmuştum ve onları terk etmeyi hiç düşünmemiştim. Alpaslan’a teşekkür ettim ve “Sevgili dostum, ben zarımı işçi sınıfı için attım. Hep yek gelse de, düşeş gelse de kaderimi sendikalarda onlarla paylaşacağım” dedim. Üzüldüğünü ve beni anlayışla karşıladığını hocasına söyleyeceğini belirterek ayrıldı.
Yıllar sonra emekliliğine yakın, onu Fakülte’deki odasında ziyaret ettim. Özlemle sarıldık ve bana ilk sözü, “Seninle bu çatı altında birlikte olsaydık, Türkiye’yi sallardık” oldu. Yaşadıklarımı düşünerek bir an yanlış yaptığımı düşündüm ama Alpaslan’ın ölümünden sonra bu konuyu sınıf arkadaşım, değerli bilim adamı Rona Aybay’a anlattığımda, “İyi ki kabul etmemişsin. Cahit Hoca çok zor bir insandı, onunla kesinlikle yapamazdın. Seçtiğin yolda yürümekle daha iyi yapmışsın” dedi.
Alpaslan Hoca ile birçok kez seminerlerde, panellerde birlikte olduk. Türkiye Barolar Birliği adına düzenlediğimiz panelde, Adana Barosu’nun düzenlediği emek açılımı çalışmasında, onun mutlaka olmasını ve yüreklerde umut ışıklarını yakmasını istedim.
12 Eylül sonrasında hocanın 1402 sayılı Yasa nedeni ile üniversiteden kovulmasına çok üzülmüştüm. Ona Hollanda Büyükelçiliği’nin sahip çıktığını anımsıyorum. Sendikaların bir emek dostuna vefa göstermemesi beni çok üzmüş ve “Acaba solda vefa yok mu?” sorusunu kendime sonradan defalarca sormama neden olmuştu. Sonraları aynı şeyleri ben de yaşamıştım. Milletvekilliğinden sonra kapısını çaldığım 11 sendikanın hiçbiri bana iş vermemişti. Yazdıklarımdan dolayı Maltepe Üniversitesi’nden de kovulduğumda aynı şeyi yaşarken yürekli ve gerçek bir lider olan Tek Gıda-İş Sendikası’nın Genel Başkanı Mustafa Türkel, “Hocam, kapılarımız sana açık, seninle çalışmaktan onur duyarız” diye bana yeniden işçilerle birlikte olma olanağı tanıdı. Kendisi, “Solda vefa yoktur” söylemini boşa çıkardığı için gönlümde bir abide olarak yaşayacaktır.
Alpaslan Hoca, geride hepimizin ve işçi sınıfının yolunu aydınlatacak birçok eser bıraktı. Onunla birlikte işçi sınıfı için çalışmayı çok isterdim ama ikimiz de aynı dağın aynı yönde esen rüzgârıydık. O nedenle fazla üzülmedim. Yazdıkları, söyledikleri, eylemleri bu ülkenin emekçileri ve emekten yana aydınları için hep yol gösterici olacaktır. Emeğe adanan bir yaşam asla unutulmayacaktır ve unutulmamalıdır. Adın hep iyiliklerle anılacaktır; bu nedenle rahat uyu Hocam.