Altın Portakal’ın ardından
Adana Altın Koza ve Antalya Altın Portakal gibi iki ulusal büyük festivali geride bıraktık. Birincisi ne denli sessiz-sedasız (daha doğrusu olaysız) geçtiyse, ikincisi de o denli sansür odağında bir hayli olaylı, hareketli ve kırıcı denebilecek boyutlarda geçip gitti.
Festivaller çoğu zaman içerdikleri programlarıyla değil de, ne yazık ki olaylarıyla gündemle gelip, tarihteki yerini alıyor. Örneğin, Altın Portakal’ın 50 yıllık ayrıntılı bir tarihini yazan dostum Tuncer Çetinkaya, kitabının neredeyse üçte ikisini, festivallerde yaşanmış ve çoğu ne yazık ki oldukça sevimsiz olan olaylara-kavgalara ayırmış. Yarım asırlık bir festivali bu tür olaylarla özdeşleştirmek neredeyse kaçınılmaz bir yaklaşım oluyor. Sonuçta Antalya mı olaylara zemin hazırlıyor; yoksa, olaylar, iç hesaplaşmalar, büyük pastadan pay alma savaşı, yönetime göz koyma vs mi Antalya’da uygun bir ortam buluyor, orası pek bilinmez. Belki tümü, belki de hiç birisi değil.
SONUÇTA FİLMLER YARIŞIYOR
Olaylar, protestolar, kavgalar hangi boyutta ve kıvamda olursa olsun, sonuçta filmler yarışıyor, etkinlikler devam ediyor ve festival sürüyor. Doğrusu da bu. Bu tür olaylar belki de -bizim pek kabullenmeye yanaşmadığımız ama- sonuçta festivalleri besleyen, adından şu veya bu şekilde söz ettiren yanlarıyla da festivale olumlu katkıları da oluyor. Ne var ki bu olaylardan en büyük payı da Antalya alıyor. Bu da festivalin büyüklüğünü, saygınlığını, gücünü ve devamını sağlıyor.
Defalarca izlediğim Berlin Film Festivali’nde sonuçların açıklandığı salonda sandalyelerin havada uçtuğuna çok kez tanıklık etmiştim. O dönemde festivalin yöneticisi olan kişiye bu durumdan rahatsız olup olmadığını sorduğumda, hiç çekinmeden “olur muyum hiç” demişti. “Bizi asıl korkutan olaysız, sessiz sedasız geçen bir festivaldir. Olayların oluşması festivalin büyüklüğünü ve ciddiyetini gösterir” diye de eklemişti.
KURUMSALLAŞAMAMA SORUNU
Çoğunlukla kurumlaşamamış ve ilkeleri gereği gibi ortaya konmamış festivallerde yönetimlerin devamlılık gösterememesi ve de sık sık yönetimlerin değişmesi ve bu nedenle de ilgili ilgisiz çeşitli grupların yönetime talip olma isteği, bir festivalin kimyasını bozmaya yetiyor. Festivaller kurumlaşmadığı ya da bir yönetici ve kadroyla uzun uzadıya çalışmadığı sürece, nedenleri ne olursa olsun olaylarla karşı karşıya kalması kaçınılmaz olmaktadır. Çünkü ülkemizdeki festivallerin çoğu- yine ne yazık ki- taşaronluk- sistemiyle yapılmaktadır. Festivaller kendi kadrolarını yaratıp, kurumlaşamadığı sürece de bu tür olaylarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.
Elbette ki olaylar derken, bu yılki sansür tartışmalarını kastetmiyorum. Her ne kadar festivale davet alamayanların bir kısmı sansürün şemsiyesi altına girmeyi tercih etseler de, bu iki olguyu birbirinden ayırmak gerek. Bu tartışmalar sırasında yurt dışında olduğum için ayrıntılarını pek bilemiyorum ama festivali boykot edenler kadar, festivale katılanların da sansür konusunda aynı fikirde olduklarını düşünenler arasındayım. Sanırım bu olaylar, başta SİYAD ve de festivaller olmak üzere, kurumları, olguları ve kişileri olumsuz yönde etkilemeden ve de kronik bir hesaplaşmaya-suçlamaya dönüşmeden sonuçlanır.
Çünkü bizim yalnızca bir tek derneğimiz, ve de bir tek Altın Portakal’mız var... Belki biri olmadan diğeri yaşar ama. Biraz eksik ve de buruk yaşar.