'Aman abi çökerler…'
İlk 100’e giren vergi rekortmenleri listesinde 67 kişinin adının saklı tutulması çeşitli kişi ve çevreler tarafından farklı yorumlamalara neden oldu. Ali Babacan ise bu durumu; ekonominin baskı ile düzeltilemeyeceğinin altını çizerek, yoksunluğun bu kadar yoğun olduğu bir dönemde ad açıklanmasının bir risk olacağını belirtti ve bu gibi durumlarda iş dünyasında yaygın olarak kullanılan bir deyime değindi: Aman abi çökerler…
“Aman abi çökerler”in kısa yoldan, dolanmadan, bir başka yapay ve zorlama okuma yöntemlerine başvurmadan, doğrudan doğruya direkt okunmasında ise hiç kuşku yok ki “devlet gücüyle iş dünyasından talepte bulunulması” yatar. Daha doğrusu bu söz iş dünyasında çoğunlukla değil, tamamıyla bu anlamda kullanılır…
2000’lerin başında, özel şirket hesabına, Türkiye’deki antika tarihi üzerine bir çalışma yapıyordum. Bu çalışma sırasında üst düzey koleksiyonlara sahip olan önemli kişilerin neredeyse tümüyle söyleşiler yaptım. Bugün hayatta olmayan, belki de ülkemizin en büyük koleksiyoncularından biriyle konuşken, sahibi olduğu eserlerle bir değil, birkaç müze açılabileceğini, her koleksiyoncunun gönlünde de bunun yattığından filan söz edip, müze açmak gibi bir düşüncesinin olup olmadığını sordum. Hemen yanıt vermedi, bir süre suskun kaldı. Suskunluğunun nedeni vereceği yanıttaki “evet” ya da “hayır”dan daha çok, o “evet”le “hayır”ın içini doldurmaktaki tereddüt ya da korku idi. Yani müze açmak istordu ama açamıyordu. Hem “evet” demek istiyordu, hem de “hayır”ı bir türlü kabullenmiyor, kabullenmek istemiyordu… Sonunda “üstüme çökerler” dedi…
Bu kez susmanın sırası bana gelmişti… Türkiye’nin büyük holdinglerinden birinin sahibine “kim çökebilir ki?” diyemedim… Alacağım yanıtın ne olabileceğini kestirememiş olmamdan değil de, aksine; saygı ve biraz da nezaketten…
Sözlükler çökmeyi her ne kadar “herhangi bir nedenle, durumunu yitirerek bulunduğu düzeyden aşağıya inmek, çukurlaşmak vs…” olarak tarif ederlerse de bunun argodaki karşılığı amiyane bir tabirle “üstüne oturmak” ya da daha nazik bir söyleyişle bir kısmına “ortak olmaktır…”
Krallar, kraliçeler, imparatorlar, imparatoriçeler, Şahlar, buyurgan yönetimlerin başında olanlar, ya da kimi devletler, hiçbir zaman, hiçbir kimseden, hiçbir şeyi doğrudan doğruya itemezler. Yalnızca istediklerini elde etmek için “beğendik”, ya da “katkıda”, “yardımda” bulunun derler… Sonuçta karar (!) sizindir….
Tarihte böylesine durumlar öylesine yaşanmıştır ki, saymakla bitmez. Biz yine de konumuz olan antikadan örnek verelim.
Bir gün Roma İmparatoru, binlerce esere sahip olan ünlü bir koleksiyoncunun evine ziyaret eder… Gördükleri karşısında şaşırır… Her biri değer biçilmeyecek denli kıymetli, dünyanın dört bir yanından özenle toplanıp bir araya getirilmiştir… İmparator bir süre sonra beğenisinin tutsağı olarak binlercesinin içinden rastgele birini gösterip “bunu beğendim” der…
Gelenektendir, imparatorun beğendiğini ertesi gün saraya göndermek… Ama ünlü koleksiyoncu öyle yapmaz. Söz konusu koleksiyonu olunca ne imparatoru ne de geleneği ipler… Ertesi gün olduğunda, bütün koleksiyonunu parçalayıp yok eder. Arkasından da canına kıyar…
Amacım kimseleri sıkıntıya sokmak değil… Onun için üstü kapalı geçeceğim… Yalnızca; son beş altı aydır ülkemizdeki koleksiyonların, el konulup, el değiştiren arşivlerin, bir türlü açılmayan ile bir anda tası tarağı toplayıp sırra kadem basan müzelerin, deprem ya da bir başka nedenlerle boşaltılıp el konulan mekanların, kimi müzelerde izleri kaybolup da nedense hala bulunamayan tabloların, envanterde olmayan eserleri üzerine alması için baskı uygulanıp da intihar eden gencecik arkeologların, kimi üniversitelere tepeden inen rektörlerin vs… İzlerini bir de bu gözle sürmeyi deneyin…
Günümüzde böyle oluyor bu işler….
Yalnızca bir şeylerin, kişilerin kurumların üzerlerine “çökülmüyor” aynı zamanda “çökertip” de yok ediliyor…
Aman abiler, ablalar, DİKKAT…