Aman Ha Aman!
Herhalde yazmaya bile gerek yok; terörün yeni yılın ilk saatlerinde de aran şiddetle sürdürülmesinin yanı sıra planlı bir program dahilinde her kesimin öteki kesimlere karşı öfkesinin kışkırtılmaya çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Böylesi bir süreç ister istemez bütün diğer bireysel, toplumsal yaşamlar, düşünsel, kültürel alanlar gibi çağdaş sanatı da derinden etkiliyor.
Bana kalırsa 2016 yılının son zamanlarında yaşanan iki heykel krizinin temelinde de bu planın çağdaş sanatın payına düşen bir manipülasyon ve saldırı söz konusu: son çağdaş sanat fuarında sergilenen Ali Elmacı'nın bir heykelinin düşmanlık trolleri baskısıyla Abdülhamit'e saygısızlık ettiği gerekçesiyle fuardan kaldırılması, yine aynı merkezlerin benzer gerekçelerle Ahmet Güneştekin'e ait “Kostantiniye” isimli “yazı” heykeline yönelttikleri kitlesel linç girişimi ve arkasından gelen aynı akıbet.
Üstelik de ikisi de özel bir kültür ve ticari alanda durduğu halde. Yani ikisi de kamusal alanda gerçekleşiyor olmakla birlikte “serbest ticaret” ve sanat tercihi olduğu halde...
Bu sonuç elbette, söz konusu heykellerin gerek ideolojik içeriklerine, gerekse siyasi imalarına katılınmasa da artık her şeyden önce “sanat yapma” ve insan hakları bağlamında bir hukuk sorunu. O nedenle de şiddetle karşı çıkılması ve kınanması gereken bir olay.
Fakat bana kalırsa işin görülmesi gereken bir öteki yüzü daha var. Söz konusu heykellerin sanatçıları ile galerilerinin, fuar ve Alışveriş Merkezi yönetimlerinin -her ne kadar gereken tepkiyi göstermiş olsalar bile- duruma kolaylıkla boyun eğmek zorunda kalmaları. Yani istedikleri eseri sergilemek, beğenip satın alıp kendi alanında tutmak özgürlüğü için yasal yola başvurmamaları...
Öte yandan durumdan sorumlu yetkili makamların, sözde muhalif siyasi, kültürel merkezlerin, sanat örgütlerinin, sözde bağımsız sanat kurumlarının, müzelerin seslerinin çıkmaması ise oldukça düşündürücü.
NAÇİZANE!
Ne yazık ki zaten Türkiye'nin yeterince özgürleştirilememiş düşünsel, sanatsal, kültürel toprakları 2000'li yıllarla birlikte her türlü meczupluğa açık bir bataklığa dönüştürülmüş durumda.
Öyle bir noktaya sürüklendik ki, henüz söylenmemiş söze itiraz, siyasi baskı, yazılmamış yazıya sansür, yayımlanmamış kitaba hapis cezası ve zulüm sürecinden neredeyse hiç yapamaz, bakamaz, söyleyemez, topluma sunamaz bir sürece evrildik giderek.
1990'lı yılların başından beri özellikle başta kültürel alanlar olmak üzere BOP merkezli ideolojik manipülasyonlarla çağdaş sanat alanları da adım adım işgal edildi. Önce alandaki özgür, canlı, farklı kültürel güçler, her tür katman, sanatsal, kültürel, tarihsel, düşünsel kavram, değer yerinden atıldı. Türkiye'nin üzerine çökmek, bölüp parçalamak için tarihinin her köşesi, her yaşanmışı, her
kavramı, bazılarınca halâ açık uçlu tutulan bütün sözde yaraları kültürel BOP küratörleri eliyle delik deşik edildi. Kültürel CIA merkezlerinde planlanmış ideolojik kültürel kaos her kavrama kelime kelime zerk edilip bilimsel tarihsel bazı kavramlar birer zehirli atık olarak her toprağa boşaltıldı.
Arka arkasına patlatılan canlı bombalar, iç savaş kışkırtıcılarının yönettiği böylesi bir süreçte dikkatli kullanılmayan, yeterince anlaşılmayan, yanlışa çekilebilecek her kavram, imge ve sözün bir serseri mayına dönüşmeye başladığı çok açık. Hele hele her düzeydeki ideolojik kültürel ajan provokatörlerin cirit attıkları bir arenada... Hem de “BOP Eşbaşkanlığı” uyurgezerliğinden ve “Başkanlık Sistemi” kamplaşması ile vatan savunması savaşının iç içe geçtiği bir süreçte!
Kimse kusura bakmasın ama medya ise hep evlere şenlik. Onlara kalırsa Güneştekin'in eserinin Venedik'te sergilendiği halde Türkiye'de böylesi bir saldırıyla karşılaşması kabul edilemezmiş! Ya o oralarda sergilenmemiş olsaydı, yapılan tehdit haklı ve kabul mü görecekti?