24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Amerika’yı yöneten güç

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Amerikan başkanlık seçimleri Türkiye’de önceki seçimlere oranla daha büyük ilgi çekti. Bunun nedeni, adayların renkli kişilikleri değildi. Türkiye-ABD ilişkilerinin krize girdiği ve yakın gelecekte nereye doğru seyredeceğinin merak edildiği bir dönemdeyiz. Kimin ABD başkanı olacağı ile Türkiye’nin bundan nasıl etkileneceği soruları birbiri ile ilişkili. Biden’ın şahsında kazananın gerçekte ne olduğunu daha iyi anlamak için Amerikan egemen sınıflarının yapısını ve devletle ilişkilerini dikkate almak gerekiyor.

Sosyolog Wright Mills, 1956’da yayınlanan eseri İktidar Seçkinleri’nde Amerikan toplumunda iktidar ve egemenliğin gerçekte halkta değil, ekonomik, siyasal ve askeri alanlardaki en üst düzey yöneticilerin elinde toplandığını yazmıştı (1). Mills, ABD’nin kendisini bütün dünya karşısında “demokrasinin beşiği”, “hür dünyanın lideri” diye sunmasının aslında ikiyüzlülük olduğunu ortaya koymuştu.

ABD’de demokrat ve cumhuriyetçi kampları, halk içinde taraftarları olmakla birlikte, gerçekte egemen sınıfları birbirinden ayıran ve ülkenin bütün stratejik yönetsel kararlarını alan güçleri birbirinden ayıran çizgiyi oluşturur. ABD’yi yöneten gerçek güç ordu, siyaset ve ekonominin en üst konumlarındaki insanlardır. Demokratlar ve cumhuriyetçiler kampı, sacayağının unsurları içinde şu ya da bu oranda örgütlüdürler.

ABD siyasetinde ordunun rolü, sanıldığından çok daha baskındır. Bunun iki nedeni var. İlk olarak, ordu Amerikan ekonomisi üzerinde yönlendirici güce sahip. ABD 2019 yılında 732 milyar dolar askeri harcama yaptı. Silahlanmaya kendisinden sonra en fazla askeri harcama yapan on ülkenin toplam harcamasından daha fazla harcadı. Böyle bir ülkede ordu milyar dolarlık silah ihalelerine çıkarak ülke sanayisinin ve istihdamın yapısını etkileyebilecek güçtedir. Amerikan ekonomisi ile ordusu arasındaki bu eklemlenme, 1961 yılında ABD başkanı Eisenhower tarafından “askeri-sınai kompleks” kavramı ile tarif edilmişti. Bununla bağlantılı olarak ordunun üst düzey yönetici kadrosu ile Amerikan tekelci sermayesinin yönetim kadroları arasında geçişlilik bulunuyor. Askeri kariyerin, büyük şirketlerin mütevelli heyet üyeliği biçiminde sürmesi çok yaygın bir durum. Öte yandan Amerikan ordusu profesyonel bir ordu olduğundan, üst düzey komutanlıklar bazı seçkin ailelerin çocukları için dolgun maaşlı ve saygın bir mesleki kariyer alanı olarak görülebiliyor. Yani Amerikan ordusunda Türk ordusundaki gibi köyden çıkan, askeri ortaokuldan başlayıp genelkurmay başkanlığına kadar yükselen halk çocuklarına rastlamak pek kolay değil.

İkinci unsur, Amerikan devletinin emperyalist karakteri ile ilişkili. Amerikan devleti, bir savaş aygıtı olarak örgütlenmiştir. Üstelik bu yeni bir şey de değil. Savaş uzmanları ABD’nin bağımsızlığını kazandığı 1783’ten 2005’e kadar 216 kez başka topraklara askeri müdahale ve saldırıda bulunduğunu hesaplamışlar. Son on beş yılda buna yeni saldırılar ve müdahaleler eklendi. Üstelik bu rakama CIA aracılığıyla örgütlenen darbe, suikast ve ayaklanmalar dâhil edilmiyor (2).

Mills’in çözümlediği sacayağının ikinci ucunda, ABD’de Morgan, Rockefellerr, Carnegier, Ford gibi tekelci ekonomik gücü temsil eden büyük aileler bulunuyor. Bunlar hem seçimleri finanse ediyor hem de siyasal kararların alınmasına etki ediyorlar. Örneğin ExxonMobil ve Southern gibi petrol şirketlerinin 2003-2005 yılları arasında kendi lehine olan enerji yasasını kongreden geçirmek için 367 milyon dolar harcadıkları söyleniyor (3). Üçüncü ayakta ise seçkin WASP (White, Anglo-Sakson, Protestan) ailelerin ekonomi ya da ordunun üst düzeyi yenine devlet yönetiminin üst düzeyinde kariyer yapmaya yönelmiş bireyleri yer alıyor. Obama’nın siyah cilası hariç bütün Amerikan başkanları ve senatörleri bu yönetici oligarşisinin mensupları. Yaklaşık 330 milyon nüfusa sahip bir ülkede önce Texas’lı milyoner Bush’un sonra adam kalmamış gibi oğul Bush’un başkanlık yapması, Clinton’ın başkanlığının ardından eşi Hillary’nin adaylığını koyması, Trump’un dolar milyarderi olması ve rakibi Biden’in 47 yıldır senatörlük yapan bir siyaset ağası olması Amerikan demokrasisinin nasıl kapalı devre yapıya sahip olduğunu gösteren olgular.

Sonuç olarak, Amerikan emperyalist saldırganlığı seçilen adayların kişiliğinden bağımsız olarak, ekonominin ve devletin yapısal özelliğinden kaynaklanıyor. Trump dışarıdaki maceracılığın kaynak israfına yol açtığını söylüyor ve daha içe dönük bir siyaseti öneriyordu. Ama başkanlığının ilk aylarından başlayarak yakın ekibinden bazı isimleri kurban vermek zorunda kalmıştı. Buna da şükretmeli denilebilir, çünkü bir zamanlar SSCB ile anlaşıp silahsızlanmaya yönelen başkan Kennedy’nin bu siyasetini canıyla ödediği iddiası dikkat çekicidir. Şimdi Amerikan savaş tanrıları, başka türlü davranma şansı olmayan bir makineyi Trump’ın ayak sürümeleri olmaksızın Biden aracılığıyla kullanmak niyetindeler. Ancak bırakın köprünün altından akan suları, köprü bile aynı köprü değil artık.

(1) Wright Mills, İktidar Seçkinleri, çev. Ünsal Oskay, Bilgi Yay., Ankara, 1974,

(2) Ahmet Haşim Köse ve Ahmet Öncü, Tahsildarlar ve Borçlular, Evrensel Basım Yayın., İst., 2006, s.50-51

(3) John Tirman, Dünyayı Sömüren Amerika, çev.Füsun Doruker, Altın Kitaplar Yay., İstanbul, 2007, s.87