Ana dilimize sahip çıkalım
Almanya'da yakın gelecekte Türkçeyi büyük tehlikelerin beklediğini, bu konuda yıllardır savaşım veren dernekler ve Türkçe öğretmenleri epeydir dile getiriyorlar. Alman okullarında Türkçenin diğer yabancı diller gibi normal ders programına alınması ve not verilen bir ders olması için yapılan başvurular, Alman makamlarınca sudan bahanelerle sürekli reddediliyor.
Göçmen yurttaşlarımızın ana dillerine yeterince sahip çıkmamalarını fırsat bilen bazı eyaletlerin eğitim bakanlıkları, bırakın Türkçeyi ders programına almayı, haftanın belli günlerinde verilen sınırlı ana dil derslerini bile tek tek kaldırıyorlar. Hatta daha da ileri gidip Türk öğrencilerin okul bahçesinde aralarında Türkçe konuşmalarını yasaklamaya kadar vardırıyorlar işi. Oysa, ana dilini aile içinde ya da okul sıralarında iyi öğrenmiş göçmen çocuklarının, Almancayı ve diğer dilleri, tek dille büyüyen çocuklara göre çok daha çabuk kavradıkları bilimsel olarak kanıtlanmış bir olgu.
Ayrıca, yeterince sahip çıkamadığımız, çocuklarımıza, torunlarımıza öğretmeye üşendiğimiz Türkçemiz, yeryüzündeki üç bin dilin içinde, devlet dili olmayı başarmış yüz küsur dilden biri. Almancada bazen birkaç cümleyle dile getiremediğiniz duygularınızı, Türkçedeki bir deyimiyle anlatabilirsiniz. Bir sözcükten yüzlerce deyim türetebilen, türettiği deyimlerle anlatımı pekiştiren, çağrışım varsıllığı yaratan önemli bir özelliği var Türkçenin. Destanların, masalların, söylencelerin, türkülerin, manilerin sonsuzca ırmaklarında yıkanmış bir dil çünkü. Bunun yanında, insana özel bir önem veriyor dilimiz. Akrabalık içinde olduğumuz insanların hepsinin tek tek adları vardır. Teyze, hala, amca, dayı, enişte, yenge, gelin, görümce, kayınbirader, elti, bacanak, kirve, sağdıç... Batı dillerinde bu ayrıntıları bulamazsınız. Bizdeki insani sıcaklığın, kaynaşmışlığın, omuz omuzalığın dile yansımış kelimelerinden yoksundur Batı sözlükleri. Hala, teyze, amca, dayı gibi birinci derece akrabalıklar bile kapsayıcı tek sözcükle adlandırılıp geçiştirilir; 'Tante' annenin mi kız kardeşi, babanın mı anlayamazsınız; 'Onkel' da öyledir, dayı mı amca mı bilemezsiniz. Ayrıntıyı merak ederseniz, anlatıcıya fazladan bir soru daha yöneltmeniz gerekir.
Türkçenin matematiksel ve mantıksal yapısındaki büyüleyicilik de, Alman Türkologların da sık sık dile getirdikleri bir gerçek. Birkaç yıl önce Giessen kentindeki Justus Liebig Üniversitesi'nin düzenlediği Türk Haftası Sempozyumunda kürsüye çıkan tanınmış Türkolog Prof. Dr. Mark Kirchner, salonu dolduran Alman ve Türk dinleyicilere şöyle tanımlamıştı dilimizi:
“Ural-Altay dil ailesine ait Türkçe öyle güçlü ki, Orta Asya'dan Anadolu'ya, Anadolu'dan Avrupa'ya, sekiz bin kilometrelik maceralarla dolu bir yolculuk yapmış ve geçtiği ülkelerin halklarına kendini hiç zorlamadan, sevgiyle kabul ettirmeyi başarmıştır. Dünyada bugün yaklaşık 250 milyon insanının konuştuğu bu güzel dil, konuşulduğu bütün ülkelerde hiçbir zaman ölmeyecektir. Türkçe konuşan üç milyon göçmeni barındıran Almanya'mız da buna dahildir. Türkçe, sağlam bir edebiyatı olan, öğrenmeye başlayan insanlara kendini çabucak sevdiren çok güçlü bir dildir...”
Türkçe üstüne yaptığı saptamaların boş sözler yığını olmadığını bilimsel dayanaklarıyla tane tane açıklamıştı kendisini ilgiyle dinleyen topluluğa. Türkçe konuşan göçmenlerin, yaşadıkları ülkelerde ana dillerine kararlılıkla sahip çıkmaları durumunda, Türkçenin Avrupa'da hiçbir zaman ölmeyeceğini defalarca vurgulamıştı. Dilimizi bizden daha fazla sahiplenen Alman Türkoloğu dinlerken çok duygulanmıştım...
Ana dil sevgimizi, vatanımıza, bayrağımıza, cumhuriyetimize olan sevgimizden ayrı tutamayız.
Tahta bavullarımızda getirdiğimiz o kenarı işlemeli elli yıllık havlularımızı, eski süs eşyalarımızı, sararmış fotoğraflarımızı, evlerimizin, arsalarımızın tapularını özenle koruyup kollarken, hatta boyası çizilmesin diye arabalarımızı bile gözümüzden sakınırken, anamızdan atamızdan emanet getirdiğimiz, ölü evlerinde ağıtlar yakıp düğünlerde derneklerde türküler çığırdığımız o güzelim dilimize sahip çıkmayacak mıyız?
Türkçenin, sadece göçmenlerin konuştuğu bir ‘sokak dili’ ya da göçmen çocuklarına okullarda ‘ana dil’ adı altında laf olsun diye öğretilen ayrı bir gezegenin diliymiş gibi küçümsenmesine göz yumacak mıyız?
Yanıtımız, 'hayır' ise, ter döktüğümüz iş yerlerimizdeki gibi, kollarımızı bir kez de güzel dilimiz için sıvayalım.
Geç olmadan ana dilimize gücümüz ölçüsünde sahip çıkalım.