Anadilde savunma -(TAMAMI)
Sayın Aydoğan Kekevi; şimdiki Türk Hukuk Kurumu Başkanı Eski Yargıtay Başkanı Sabih Kanadoğlu’nun “Lozan ve ana dilde savunma hakkı” ile ilgili bir görüşünü göndermiş. Sayın Kekevi’ye teşekkür ederiz.
Sayın Kanadoğlu isabetli hukuki yorumlarıyla dikkat çeken bir hukuk uzmanıdır. O hukuki görüşü Lozan boyutunda değerlendirmesini önemine bağlı olarak sunuyoruz.
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-e maddesi ile Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi’nin 14/paragraf 3/f maddesi, benzer biçimde “sanığın mahkemede konuşulan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde, bir çevirmen yardımından ücretsiz yararlanması” hükümlerini içermektedir. Bu sözleşmelere dayanılarak kurulan AİHM’in ve BM İnsan Hakları Komitesi’nin içtihatlarına göre, yargılandığı mahkemenin resmi dilini anlamayan veya konuşamayan sanığın içinde bulunduğu olumsuzluk, kendisine ücretsiz çevirmen sağlanmasıyla giderilmektedir.
Hiçbir ülkede onay yok
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 202/1-3 ve 324/5 maddeleri, yukarıda vurgulanan sözleşmelere koşuttur ve herhangi bir eksikliği yoktur. O halde, TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek olan hükümet tasarısı ile CMK 202. maddesine 4. fıkra olarak ekleme isteğinin amacı ve olası sonuçları kapsamlı bir şekilde tartışılmalı ve değerlendirilmelidir.
Eklenmek istenen 4. fıkraya göre:
“a) Meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilen sanık;
b) İddianamenin okunması,
c) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,
üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda sanık savunma yapacağı oturumda tercümanını hazır bulundurmak zorundadır. Bu imkân yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz.” Anlamamak ve konuşamamak başka, mahkemenin resmi dilini, meramını anlatabilecek ölçüde bilmesine rağmen, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ederek başka bir dilde savunma yapmak istemi, başka bir şeydir. Hiçbir ülke böyle bir uygulamaya onay vermemektedir.
Lozan’ı tartışmaya açar
Tasarının yasalaşmasının sakıncalarına gelince;
A- Tasarının yasalaşması, Lozan Antlaşması’nın tartışmaya açılmasına yol açabilecektir. Tasarının “Azınlıkların Korunması” başlığı ile düzenlenen 37-45 maddelerinin Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına ilişkin olduğu açıktır. 45. maddede yer alan belirleme, bu kesimdeki hükümlerin, Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanınmış olan hakların, Yunanistan’ın da kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa tanındığı yolundadır. Bu itibarla, 39’uncu maddede yer alan “Türkçeden başka dili konuşan Türk yurttaşların yargıçlar önünde sözlü olarak bu dili kullanabilmeleri için gerekli kolaylıklar gösterilecektir” hükmü sadece Müslüman olmayan ve azınlık sayılan Türk yurttaşlar için uygulanacaktır. Ülkede yaşayan ve devletin kurucusu bulunan, eşit haklara sahip, değişik kökenlere mensup yurttaşların “azınlık” durumuna düşürmek ne akla ve ne de hukuka sığar. Sevr Antlaşması’nın ve onun 145’inci maddesinin yeniden canlandırma çabalarının belirli çevrelerden destek alması hazindir.
Tek taraflı bir irade ile Lozan Antlaşması’nın 39’uncu maddesinin tartışmaya ve değişikliğe götürülmesi diğer akit üyelerin söz hakkı ve taleplerini gündeme getirebilecektir.
B- Tasarı ile tanınan, beyana bağlı başka dilden savunma olanağının kötüye kullanılması, yargılamanın sürüncemeye bırakılması amacına bağlanmıştır. Siyasi amaçlarla yapılabilecek istismarlara karşı hiçbir önlem alınmamıştır.
C- Anayasanın 3’üncü maddesine göre, Türkiye devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür ve resmi dili Türkçedir. Kamu hizmetlerinin anadilinde verilmesi çalışmalarına başlandığı ve anadilinde eğitim yapılması gerektiği konularının, siyasi iktidar tarafından dillendirildiği bir ortamda, tasarıda getirilen “daha iyi ifade edebilmeye bağlı” başka dilde savunma olanağı, yargıda Türkçe dışında dillerin kullanılmasına yol açar, ülkenin üniter yapısını zedeler, yıpratır ve bozar. Bu haliyle tasarı, Anayasa’nın 3’üncü maddesine aykırıdır.
D- Terörle mücadele bağlamında gelen siyasi taleplerin karşılanması, yeni taleplere yol açacak ve devletin üniter yapısı üzerindeki tehlike daha da yayılacak ve gelişecektir.”
“Sabih Kanadoğlu / Türk Hukuk Kurumu Başkanı