A+
A-
Anadolu Ajansı
Yayınlanma:
Güncellenme:
Bağlantıyı Kopyala
Anadolu Ajansı, adı üstünde Anadolu’nun sesidir. Milli mücadele sırasında düşmanın ve İstanbul basınının kara propagandasına karşı milli kuvvetler ve Büyük Millet Meclisi’nin kararları hakkında halkı doğru bilgilendirmek için 6 Nisan 1920 günü kuruldu… Yani emperyalist basına karşı bir milli ses olacaktı.
Anadolu Ajansı internet sitesinde Pazartesi günü haberdi: “ABD Dışişleri Bakanlığı, Esed rejiminin binlerce insanı öldürüp fırınlarda yaktığını açıkladı…”
Ne diyeceğimi bilemedim. Seçemedim hangi kelime dile getirir kızgınlığımı… Anadolu’nun değil USA’nın sesi olmuş… Çapsızlığın ellerine kalmış koskoca AA…
Stokolm sendromu diyorlar, celladına aşık olma halidir. İdeolojik pusulası olmayanların yolunu kaybetme halidir.
Anadolu Ajansı internet sitesinde Pazartesi günü haberdi: “ABD Dışişleri Bakanlığı, Esed rejiminin binlerce insanı öldürüp fırınlarda yaktığını açıkladı…”
Ne diyeceğimi bilemedim. Seçemedim hangi kelime dile getirir kızgınlığımı… Anadolu’nun değil USA’nın sesi olmuş… Çapsızlığın ellerine kalmış koskoca AA…
Stokolm sendromu diyorlar, celladına aşık olma halidir. İdeolojik pusulası olmayanların yolunu kaybetme halidir.
CIA’nın yan kuruluşlarından biri olan Uluslararası İnsan Hakları Örgütü’nün (Human Right Watch) Saddam’ın yüzbinlerce masumu katlettiğini duyurmasının üzerine birçok haber kanalımız atlayıvermişti. Amiral gemilerimizin manşetlerinde nasıl da büyük katildi Saddam, nasıl da işkenceler yapmıştı. Hele Ahmet Türk başkanlığındaki DTP’lilerin, tam da Irak’ta 1,5 milyon Müslüman kadının ABD askerlerinin tecavüzüne uğradığı sıralarda (2011) sözde “Saddam’ın işkence merkezlerini” gezerek işgalin ahlâki meşruiyetine kefil olmalarının boy boy manşet yapılması unutulacak gibi değildi.
Sonra Kaddafi’ye geldi sıra…
Le Figaro’nun “Kaddafi 10 binden fazla insanı öldürdü” şeklindeki haberini NTV; Le Monde’un “Kaddafi’nin gün kadar güzel kızlara tecavüz ettiği” haberini ise Sabah duyuruyordu… Elbette bu haberlerin hepsi CIA, ABD Savunma ya da Dışişleri bakanlıkları tarafından servis ediliyordu. Kaddafi’nin sonu Saddam’dan daha beter olduktan sonra, Libya ordusunun aşiretlere bölünmesi, huzur ve güvenliğin yok olması, Libya’nın paylaşılan zenginlikleri bizim sözde gazetecilerin ilgi alanına bile girmedi…
Şimdi…
Sıra Suriye’de… Bir sonraki adım Türkiye’nin parçalanması…
ABD bunun için PKK’ya silah veriyor.
Sınırımızda bir kukla devlet kurmaya çalışıyor, her fırsatta Türkiye’yi tehdit ediyor ve devletin haber ajansı da buna yardım ediyor…
Birileri AA yetkililerine Amerikan Ajansı olmadıklarını hatırlatmalı…
DİPLOMASİ
En çok da bu yandaşlardan duyuyorduk, Ecevit’in Clinton ile görüşmesi sırasında çekilen bir fotoğraf ile Erdoğan’ın Obama’nın karşısında ayak ayak üstüne attığı fotoğrafı yan yana koyup, “işte yeni Türkiye” diyorlardı. Bunlara göre beli bükülmüş Ecevit teslimiyetçi, beceriksiz, ayak ayak üstüne atan Erdoğan cevval, atılgan ve dünyanın yeni oyun kurucusuydu. Onun sayesinde artık Türkiye hak ettiği yere gelecekti.
İşte geldiğimiz yer, “küresel mutabakat” yalvarmalarının bile işe yaramadığı, PKK ile ittifakın tercih edildiği, görüşmelerin 20 dakikaya sığdırıldığı bu yerdir. Eskiden ordumuz, gücümüz ve itibarımız vardı… Şimdi?
AKP iktidarı, başka memleketlerin gücüne yaslanarak kazanılacak bir başarı olmadığını, ayak ayaküstüne atmanın, racon kesmenin işe yaramadığını görmek zorundadır artık... Hâlâ “küresel mutabakat” diye eşbaşkanlık teklif etmenin bir anlamı kalmadığını da…
2002’den bu yana mevcudu yarı yarıya azaltılan, Ergenekon-Balyoz ve 15 Temmuz’un hasarına rağmen hala savaşan ordumuzdan başka gücümüz yoktur.
Diplomasinin kalemi ise süngüdür.
Ordumuz, hâlâ Ortadoğu denkleminin en önemli belirleyici unsurudur, ama bir komutana ihtiyacı bulunmaktadır. “Başkomutan benim” demekle başkomutan olunmuyor, emir vermek, risk almak gerekir. Savaşa soktuğun orduya bir siyasi hedef vermek gerekir.
Yoksa diplomasi, münasebetsizliğe dönüşür… Önce 10 dakika görüşüp paketleyiverirler adamı, arkasından da mektup yazarlar, “korumaların niye PKK teröristlerine müdahale etti” diye…
SATIR ARASI SÖZLÜĞÜ
Küresel Mutabakat: Elinde hiçbir koz bulunmayan devlet adamlarının her türlü kullanıma hazır olduklarını vurgulamak için kullandıkları, bir tür “ne iş olsa yaparım” halini ifade eden diplomatik deyim.
Dinazor: Buzul çağına, asit yağmurlarına ve radyoaktif serpintiye karşı dayanıklı olduğu için nesli bir türlü tükenmeyen ve her türlü ilerlemeyi engelleyen insan tipi.
Yeni Dönem: Milletin başına yeni bir çorap örüleceği zaman kullanılan politik deyim.
DOĞAYA AYKIRI
Hayata ilişkin her şeyi, doğaya uygun olup olmamasıyla yargılarız, aldığımız sebze meyveyi bile, ama konu insana hele de politikaya gelince her türlü doğaya aykırılığa bir kılıf bulmaya çalışırız.
Fransa’nın başına gelen Macron’un henüz 15 yaşındayken kendisinden 25 yaş büyük öğretmeniyle aşk yaşaması doğal mı? Çocuk evliliklere ve istismarlara en ağır tepkiyi gösterirken bunu nasıl normal karşılıyoruz?
Kendi ülkemize bakalım, adam hayatı boyunca evlenmemiş, sevgilisi de yok… Normal mi? Doğal mı? Türkiye’nin en kritik zamanlarında sahneye çıkıp rol oynayan bir parti başkanı ya da meselâ bir cemaatin önderi ise bunlar, normal düşünüp, normal karar verebilirler mi?
Emperyalizmin, ulus devletlerin başına geçirdiği ya da kontrol etmek için kullandığı tiplere bakın, hangisi doğal? Binlerce normal insanın, bu anormal insanların kararlarına uyması, hatta biat etmesi normal mi? Soruyorum sadece… Siz de sorun.
SANSAR
Suriyeli mültecilere “muhacir”, onlarla birlikte yaşamak zorunda kalacak olan Türk Milletine de “ensar” dediler. Bolca hadis ve ayet okuyup, din bezirgânlığı yaptılar, fakat gelenler peygamber değildi ve fitili yanan bir saatli bombayı memlekete sokmak başka türlü perdelenemezdi.
Üç milyon diyorlar, ama 5 milyondan fazla Suriyeli artık bir Türkiye gerçeği. Yetmezmiş gibi 3 milyon da Afgan geldi. Gaziantep’te polisin bile giremediği IŞİD mahalleleri, sadece Suriyelilerin yaşadığı semtler var. Nüfusa oranları neredeyse yarı yarıya, Kilis’te Suriyeli nüfusu Türk vatandaşından fazla… Adana, Mersin yarı Suriye oldu.
Sözüm ona “Ensar muhacire kucak açtı.” Her türlü kolaylık sağlandı, üniversite sınavsız, ulaşım, sağlık, eğitim beleş, bir de üstüne para desteği… Kendi vatanını üç pula satıp gelmiş bir ahaliden ne bekleniyorsa öyle davrandılar. Hızla yerleşip, tek kuruş vergi ödemeden ticarete başladılar. İşyeri açan bir Suriyeliye sordular “Türk işçi çalıştırıyor musun” diye, adam “ben yabancı işçi çalıştırmam” dedi… Şaka değil, gerçek.
Bütün bu ayrıcalıklar yetmedi onlara. Mersin’de bir sokağın ortasında nargile içerek çevreyi rahatsız ettikleri için onları uyarmaya çalışan vatandaşımızın, kafasını kestiler hep birlikte… Birkaçı tuttu, biri kesti… Tıpkı kendi memleketlerinde yaptıkları gibi… Muhacir değil kümese girmiş vahşi sansar gibiydiler.
Yurdun her tarafından benzer haberler geliyor, ne acı ki, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bu memlekette. Sansar geldi, ensar zail oldu.
CORİOLANUS
Emekli Amiral Türker Ertürk’ün, Doğu Perinçek’i hedef alan saldırısını okuyunca aklıma bizim Serdar Üsküplü geldi. Bana bir defasında Coriolanus’tan söz etmişti. Shakespeare’in muazzam bir oyunuydu. Hemen bulup bir solukta okudum.
Halkından beklediği ilgiyi ve saygıyı göremediği için düşman tarafına geçen büyük Romalı komutan Caius Marcıus Coriolanus’un öyküsü…
Ama arada bir büyük fark vardı…
Corilyanus’un kibri ve kızgınlığı, bizzat katılıp yönettiği savaşlara ve zaferlere dayanıyordu.
Düşündüm, acaba Türker Paşa kaç savaş kazanmış, kaç hapis, kaç sürgün görüp geçirmişti?
Sonra düşünmeyi bıraktım…