29 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Anadolu’nun Türkleşmesi (2) -(TAMAMI)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Doğan Avcıoğlu’nun “Türklerin Tarihi” (Tekin Yayınevi, I.cilt) okumayı sürdürelim:

[İslâmlaşma ve Dilde Türkçeleşme süreci, 400 yıl kadar sürer. Vergi kayıtlarına göre, XVI. yüzyıl başında, vergi ödeyen hânelerin yüzde 92’si İslâm ancak yüzde 7,9’u Hıristiyandır. Öte yandan göçebe Türkmenler giderek yerleşikliğe geçer. Prof.Barkan’ın hesaplarına göre, 1520-1535 döneminde Anadolu İslâm nüfusunun ancak yüzde 16,29’u göçebedir. 1691’de kapsamlı bir göçebeyi yerleştirme siyasası izlenir, göçebe nüfus daha da azalır.

Göçebelikten yerleşik yaşama geçiş, boy ve oymak dayanışmasının yok olması, arazi komşuluğuna bağlı yeni dayanışmaların meydana çıkması ve böylece uluslaşma sürecinde hızla yol alınmasında etkin bir yöntem olur. İslâmlaşan Rum, Ermeni vb. ile Türkmen karışımı olan ve Türkçe konuşan Anadolu köylüsü, bu süreç içinde gelişir. Tarım ve zenaatla ilgili birçok deyim (düğen, kiremit, tuğla vs. gibi) Türkçeye geçer. Doğu Akdeniz uygarlığının börek, baklava ve şiş kebabı, Türk mutfağının seçkin yemekleri arasına girer.] (s.43,44)

Soy başka ulus başka

Daha önceki yazılarımda, Anadolu’nun yerli halkının (Hitit, Frigya, Lidya, Likya, Karya, Kapadokya...) Grek kolonizasyonu sırasında Grekçe öğrenerek Grekleştiğini; bu Grekleşmiş yerli halkın daha sonra Hıristiyanlaştığını ve Türkmenlerin Anadolu’ya gelmesiyle de İslâmlaştığını yazmıştım. Ama Anadolu Hıristiyanlarının tamamı Müslüman olmadı, Hıristiyan olarak kaldı. Ama Müslüman ve Hıristiyan akrabalar arasındaki soy ve kan bağları ortadan kalkmadı. Türkleşmiş Hıristiyanların, Hıristiyan kalan Ermeni, Rum,vb. gibi amca, dayı, hala ve teyzeleri varlıklarını sürdürdüler.

Bu nedenle, Türkiye topraklarında ırkçılık, ırkçı milliyetçilik mümkün değildir. Bu konuyla ilgilenenlere, Dr. Georgios Nakracas’ın “Anadolu ve Rum Göçmenlerinin Kökeni” (Belge Yayınları, 2003) adlı kitabını tavsiye ederim. Bu durum ve olguyu ele almaktadır.

Nakracas’ın kitabının boş birinci sayfasına şunları yazmışım: “Tarihi ve tarihteki insan hareketlerini anlamak için soy ve ulus kavramlarını birbirinden ayıracağız. Tarihsel zaman içinde hiçbir soy sürekli değildir. Yunan milliyetçileri günümüz Yunan’ının antik dönem Grek’inin devamı olduğu ileri sürerler. Oysa Alman tarihçi Jacob Philip Fallmerayer’e göre eski Yunan (Grek) soyu kaybolmuş ve onun yerini Hellenleşmiş Slavlar ve öteki soyların karışımı almıştır.”

Ön uluslaşma süreci

Doğan Avcıoğlu’nu okumayı sürdürelim: [Uluslaşma sürecinde, yerleşikliğe geçişin yanı sıra, bir merkezî devletin varlığı da önemli rol oynar. Devlet aygıtını elinde tutan egemen sınıf, Anadolu’da bir ölçüde ekonomik birlik sağlar. Daha Selçuklular zamanında, XIII. yüzyılın ilk yarısında, Sinop ve Alanya limanları alınarak ve kervansaraylar kurarak ticaretin gelişmesine, kentlerin belli zenaatlarında ihtisaslaşmasına, köy ve kent arasında alış-verişin çoğaltılmasına çalışılır. Osmanlı’nın yükselme döneminde, bu ekonomik birlik daha da derinleşir.

Toplumsal mücadeleler, savaşlar, dil ve kültür ortaklığını giderek pekiştirir. XVIII. yüzyılda Hıristiyan devşirme ordu ve kapıkuluna dayalı Osmanlı bürokrasisi çöker. XVII. yüzyılın başlarından beri köylü topraklarını ele geçirerek ve daha başka çeşitli yollardan zenginleşerek çiftlik, han, hamam vb. sahibi olan yöresel aileler, 1726 yılından sonra illerde ve sancaklarda yönetici atanır. ‘Ayanlar rejimi’ doğar. Prof. Akdağ’a göre, devletin kapıkulunun tekelinden çıkıp Anadolu’nun yönetime katılması, ekonomik bakımdan gerileme, Türkleşme yolunda ise ileri bir adımdır.

Devlet yönetiminde Anadolu ve Rumeli’nin güçlü Türk ailelerinin ağırlığının artması, Arabistan’da da yöresel eşrafın politik güç ve önemini arttırır. Merkezkaç isyanlar ve hareketler meydana çıkar. Örneğin Suudi Arabistan’da egemen Vahabilik, bir dinsel reform hareketi gibi gözükmekle birlikte, Osmanlı Türküne düşman nitelik kazanır ve Arap devletine dönüşür (1744-1818). Onu Mısır’daki Mehmet Ali’nin Arabistan (1816) ve Suriye fethi (1832-1840) izler. Rumeli’den gitme Mehmet Ali ve oğlu İbrahim bir Arap devleti kurma çabasındadır. Bu gelişmeler, Maxime Rodinson’a göre, Avrupa devlet adamları ve özellikle Fransızlar ile Arap ileri gelenleri arasında, Arap özerkliği fikrini yaratır.

Osmanlı Devleti ise, Kütahya’ya kadar ilerleyen ve Çukurova’ya pamuk ekimini getiren İbrahim’den kurtulmak için İngiltere’ye sığınır ve ünlü 1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Anlaşması, biraz da bu nedenle imzalanır. Osmanlı arazisi, Avrupa kapitalizmine en avantajlı biçimde açılır, ticareti köstekleyen iç gümrükler engeli, dış gümrükler gibi etkisiz kılınır.] (S.44-46)

Türkler ne yapsın?

Birkaç yazıdır, Doğan Avcıoğlu’nun çok değerli yardımıyla, Osmanlı’nın son 150 yılında Rumeli ve Anadolu’da olan-biteni anlatmaya çalışıyorum. Bu yazıların özeti şudur: Anadolu’yu Türkleştiren Türkmenler, Osmanlı devletini kurmuşlar; ama devlet anlayışını fetih ve yağma ekonomisi üzerine kuran Osmanlı devleti, fethettiği topraklarda yaşayan Hıristiyan ve Müslüman halkları Osmanlılaştırmayı başaramamıştır. Bunu Osmanlı’nın “hoşgörüsü”ne bağlamak doğru olmaz.

Osmanlı, Avrupa’daki topraklarını 1908’de iktidara gelen İttihat ve Terakki’nin siyasal ihtiras ve ırkçı milliyetçiliğinden (!) dolayı yitirmemiştir. Onlar olmasaydı da, Birinci Dünya savaşı çıkacak ve sonunda Balkanlar da Sèvres Antlaşması dosyasına girecekti.

Cumhuriyet hiçbir zaman ırkçı bir siyaset izlemedi. Anadolu Türklüğü gerçeğinden hareketle bir ulus bilinci yarattı.