Anayasa tartışmasının zaafları
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 Eylül’ün yıldönümünde Ulucanlar cezaevinde düzenlenen Yeni Anayasa Sempozyumu’nda yeni bir anayasaya çağrısı yaptı. Konuşmasını incelediğimizde hangi somut ihtiyaçların yeni anayasayı dayattığını açıklamadığını görüyoruz. Anayasa, eski tabirle “teşkilat-ı esasiye” devletin örgütlenmesidir. Devlet her anayasayla bir kez daha “kurulur.” Devleti yeniden örgütlemenin amacı topluma verilecek yöndür. Toplum sürekli değişir. Siyasal güçler ise o değişmenin yönünü belirlemeye çalışır. Ekonomi, aile, din, siyaset, eğitim ve serbest zamanlar adı altında toplanan temel toplumsal kurumları belli şekillerde örgütleyerek topluma yön verilir.
Sözgelimi eğer liberal (ya da muhafazakâr ya da faşist ya da ya da komünist vs.) bir toplumsal düzen kurmak istiyorsanız, toplumu oraya götürecek şekilde örgütlemeniz; devleti de bu süreçte topluma önderlik edecek şekilde kurmanız gerekir. Muhafazakâr bir toplum hedefine varmak için aile, eğitim sistemi ve diğer kurumlar amaca uygun şekilde örgütlenmeli, anayasanın verdiği istikametle çelişmeyen yasalar eliyle bu sağlanmalıdır. Ben toplumu böyle ideolojik olarak tarif edilmiş bir yere götürmek istemiyorum diyorsanız, yeni bir anayasa ile pek işiniz olmaz. Bazı anayasa değişiklikleri işinizi görür.
Topluma yön vermek isteyen siyasal güçler arasında rekabet her zaman var olduğuna göre, yeni bir anayasa sadece Türk toplumunun değil, her toplumun önünde her zaman bir gündem olarak vardır. Yeter ki, devleti yeniden kurma iradesini açıklayanlar, topluma nasıl bir yön vermek istediklerini ortaya koysunlar. Sözün özü, yeni anayasa meselesi, geçmişe değil geleceğe ilişkin bir gündemdir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sempozyum konuşmasına baktığımızda ise gerekçelerini gelecekten değil geçmişten çıkardığını görüyoruz: Türkiye’de anayasalar ya darbelerle yapıldı ya da kendi dönemlerine özgü ayrı hikâyeleri vardı. Bugün bize düşen kendi hikâyemizi yazıp gelecek kuşaklara miras bırakmaktır diyor. Konuşma, anayasa meselesinin nesnel temellerini kavramış bir devlet adamının durum tespitinden çok, edebiyatçılar toplantısında okunan anayasa temalı bir denemeye benziyor.
Cumhurbaşkanı, konuşmasında somut gerekçelendirmeye en çok şu cümlelerinde yaklaşıyor: “Bize lazım olan lafzı, ruhu ve hacmiyle milletimizin dünyaya ve hayata bakışına, ülkemizin birikimine ve hedeflerine uygun bir Anayasa metnidir.” Ancak bu cümlelerin arkasından milletimizin “dünyaya ve hayata bakışının” ne olduğunu, ülkemizin birikiminden ve hedeflerinden neyi kastettiğini, mevcut anayasanın bu bakış açısı, birikim ve hedefleri neden karşılamadığını ve yeni anayasanın nasıl karşılayacağını somut olarak açıklaması beklenirdi. Bunun yerine muhalefet partilerine çatıyor ve yeni anayasa üzerine beraber çalışma çağrısı yapıyor.
Yeni anayasa yapılsın mı yapılmasın mı tartışmasını anlamsız buluyorum. İçeriği konuşmak esastır. Amaç topluma verilecek yön değilse, sırf önceki anayasa darbe zamanında yapılmıştı, yaptıranlar askerlerdi, bir kerecik de siviller yapsın diye anayasa yapılmaz. Çünkü yapıldıktan sonra o anayasanın arkasında devlet duracaktır. Yasa ve anayasalar kâğıt üzerine yazılmış iyi niyet temennileri değildir. Arkasında devlet iradesinin durmadığı hiçbir kanun, kanun değildir; bir anayasa hükümet tarafından delinebiliyorsa o bir anayasa değildir!
Uzağa gitmeye gerek yok. Hükümet kira artışlarına yüzde 25 zam sınırı getirdi. Kimsenin taktığı yok. TV haberleri kiracısına yüzde 200 zam yapan ev sahipleri, birbirini vuran öldüren ev sahibi-kiracılar, evinden çıkartılıp sokakta yatmaya başlayan insanları gösteriyor. Yasa nerede? Yasanın arkasındaki devlet iradesi nerede? Uygulanmayacaksa, yasa neden çıkartıldı? Çıkartıldıysa neden uygulanmıyor? Yeni anayasa da buna mı benzeyecek? Herkes toplansın, hepimizin kulağına hoş gelen cümleleri peş peşe dizdiğimiz ortaya karışık bir iyi niyetler manzumesi yazalım. Adı “sivil anayasa” olsun. Sonra zaten zırt pırt değiştirir, işimize gelmediğinde deliveririz mi denilecek?
Türkiye’de anayasa tartışmasının hem ideolojik hem de kültürel bir zaafı var: İdeolojik zaafı var, çünkü herkes eteğindeki taşı kamuoyu önünde ortaya koymak yerine Meclis komisyonlarının kapalı çalışmalarına, Meclis genel kurulunun son dakika gollerine bırakarak iş tutmaya çalışıyor. Bu nedenle AK Parti, milletin hayata bakışından ne anladığını, bize söylemiyor. Ama anayasa yazmaya çalışıyor. CHP anayasa taslağı hazırlatıp, genel başkanın imzasıyla dağıtıyor. Üniter devlet ilkesinin çiğnendiği ortaya çıkınca “ben yapmadım elim yaptı” tadında açıklamalarla savuşturmaya çalışıyor. Bir konuda yasanın varlığından daha önemli olan şeyin, o yasanın arkasındaki fikir (çözüm önerisi, program, yol-yordam) olduğunu, onun ardından yasayı uygulatma iradesinin geldiğini kavramamak, bizatihi yasanın kendisini bir kurtuluş reçetesi haline getirmek bize Tanzimat’tan mirastır. Politikacımızın sosyolojiden nasipsizliği, ya karşılığı olmayan yasalar çıkarmasına ya da mevcut yasaların arkasından dolanarak iş yapmaya kalkmasına yol açmıştır. Saygıdeğer devlet adamları ve politikacılar! İnanmadığınız yasaları çıkarmayınız. Deleceğiniz anayasaları yapmayınız. Yasal ve anayasal düzenlemelerinizi iyi niyetinize değil, sağlam ideolojik ve teorik gerekçelere dayandırınız ki, hem yarın arkasında bizzat kendiniz durasınız hem de biz neyi tartışacağımızı bilelim. Vatandaş zaten hayat pahalılığından bezmiş, canıyla cebelleşiyor. Bir de sizin fantastik hayallerinizle uğraşmasın.