Anıtkabir
1 Aralık’ta engelli ve ailelerinin uzun zamandır istemiş olduğu Anıtkabir ziyareti için 50 kişilik bir kafileyle Ankara’ya gittik. 3 Aralık Dünya Engeliler Günü kapsamında olması bu geziyi daha anlamlı kıldı. Bana da ilk defa bu gezi sayesinde bir Anıtkabir ziyareti nasip olmuş oldu. Bir defa şunu söylemeliyim: Hayatım boyunca yaşadığım hiçbir durum beni bu kadar etkilemedi. Duygularım allak bullak bir halde, çocukluktan itibaren ruhumuza nakşedilen cumhuriyetin kuruluşuna, bağımsızlık savaşına ve Atatürk’e dair imgelerin sanki gözümün önünde ete kemiğe büründüğünü hissettim. Orası ölümün hüznünü yaşatan bütün diğer kabirlerin aksine, ölümsüzlük duygusu veren, ilelebet bize hayat verecek kalbin attığı yer. Kurtuluş Savaşı’na, bu mücadelede canını feda edenlere, Mustafa Kemal’e ve onun mücadele arkadaşlarına dair mekânın bize yaşattığı duygu coşkunluğunu anlatmak zor. Herkesin gidip bu deneyimi yerinde yaşamasını tavsiye ediyorum.
Engeliler açısından bakıldığında, erişim sorununun halledildiği nadir mekânlardan biri Anıtkabir. Görevlilerin samimi ve heyecanlı yaklaşımı, kusursuz iş çıkarma çabası çok mutlu etti bizi. Mekânın gezdiğimiz bütün yerlerinde engelli kardeşlerimizi rahat ettirmek için olağanüstü bir gayret görmekten son derece memnun kaldık. Derneğimiz adına emeği geçen herkese teşekkürü bir borç bilirim.
EMPATİ
3 Aralık Dünya Engelliler günü nedeni ile devletimizin ilgili bütün kurum ve kuruluşları ve sivil toplum örgütleri bu yıl da çeşitli etkinlikler yaparak engellileri ve onların sorunlarını görünür kılmak ve tartışmak adına gün boyu bir hayli koşuşturdular. Yine aynı şey oldu, devasa bir sorun bir güne sığdırılmaya çalışılınca ortaya kuru gürültüden, samimiyetsiz, boş ve etkisiz laf kalabalığından başka bir şey çıkmadı maalesef.
Örneğin bu günlerde alışkanlık haline geldi, sözüm ona “empati” çalışması yapıyorlar. Özünden bu kadar sapan, çığırından çıkan, insanları uyutmanın en revaçtaki yollarından biri haline gelen başka bir çalışma hatırlamıyorum. Tekerlekli sandalyeye atlayıp ya da kolunun altına bastonu koyup müthiş bir farkındalık çalışması yapıyorum edasıyla gururla etrafına caka satanlar mı dersiniz ya da gözlerini bandajla kapatıp görme engellinin iç dünyasını müthiş zekâsı ve empati yeteneğiyle iki dakikada kavrayıp, karşılaştığı sorunları su gibi anlatanlar mı? Ya da tekerlekli sandalyeyle engelli lavabosunun olmadığı bir mekânda, lavabo ihtiyacı olduğunda ne yapacağını bilemeyip “karizma çiziliyor” korkusuyla işi espriye boğup tekerlekli sandalyeyi bir tarafa atan, ardından da bu deneyimden ne kadar da çok şey öğrendiğinin yalanını atanlar mı? Bu aymazlığı yapan kimler yok ki: Milletvekilleri, belediye başkanları, sanatçılar, bürokratlar; 3 Aralık Dünya Engelliler gününü bayram gibi kutlayanlar... Onlar şarkılar ve türküler eşliğinde bizlerle ne de güzel empati kurduklarını ve bizi ne kadar da iyi anladıklarını böbürlene böbürlene anlatırken, bu yazıyı okuduğunuz dakikalarda kışın bu soğuğunda, İstanbul’da, sobası doğru düzgün yanmayan bir evde, 12 yaşındaki işitme engelli kız çocuğunun ve annesinin yorgan diye üstlerine aldıkları mitilin altında tirtir titrediklerini kimse bilmiyor. Ama ben biliyorum. Empati meraklılarına öneriyorum, bu soğuklarda üstünüze yorgan almadan sabaha kadar bir divanın üzerinde yatmayı bir gece deneyiniz. O zaman anlarsınız bu kızın halini. Anlarsınız tabii de anlamayacak olursanız bir gece daha deneyiniz. Olmadı bir gece daha. Öyle ya, Allah’ın günü çok, anlayana kadar denemek, pes etmemek lazım. O kız ve annesi pes etmiyor zira, hep deniyorlar.
Bu özel günlerde özellikle engelliler adına yetkililerin sürekli açıklamalarına tanık oluyoruz. Her açıklamada engellilerin hayatına pozitif katkı yapacak düzenlemelerden bahsediliyor, seviniyoruz. Sonra şimdiye kadar verilen tonla sözü alt alta koyup, kim ne söz verdi hangisini tuttu diye hesap ediyoruz, bu kez üzülüyoruz.