Ankara Film Festivali ve belgeseller -(TAMAMI)
Hiç de azımsanmayacak bir geçmişi olmasına karşılık, zaman zaman bir taşra festivali görünümüne düşmekten kurtulamayan -kurtulması için de bir çaba harcama gereksinimi duymayan- Uluslararası Ankara Film Festivali, bu konumunu, her ne kadar maddi açıdan yetersizliğine ve de bunun doğal sonucu olan yalnız bırakılmaya dayandırsa da, sonuçta her yıl benzer eleştirilerin hedefi olmaktan kurtulamıyor. Bu yıl da diğer yıllardaki eleştirilerin tümünü almaktan kurtulamadı. Benzer yanlışları yinelemesi bir çeşit bu festivalin kaderi, ya da kötü bir miras olarak sürdürme alışkanlığına kapıldığı bir gelenek. İnsan ister istemez Mahmut Tali Öngeren’li zamanları arıyor. Dileriz ilerde tekrar eski günlerine dönerek B tipi festival olmaktan sıyrılıp, Türkiye’nin A tipi festivaller zinciri içinde hakettiği saygın ve etkin yeri alır.
Ama yine de haksızlık etmeyelim. Bu yıl festival, daha sonraki festivalleri de etkileyecek kimi radikal kararlar almaktan kaçınmadı ve bunu uygulama alanına da koydu. Bu radikal karar belgesel film yarışmasında aldığı karardı.
Belgeseller, çoğu festivalin bir çeşit göstermelik bölümüdür. Laf olsun diye konur. İzleyicisi pek olmadığı gibi festival yöneticileri tarafından da pek önemsenmez. Kıyıda köşede kalmış seyircisiz salonlarda kendi yağı ile kavrularak, yalnızca yaratanların ve de onların dostları tarafından bir görevmiş gibi izlenir. Belgeseller öylesine ikinci palanda kalır ki, çoğu zaman bu bölümün jürileri bile gelişi-güzel, belgeselle uzak yıkın ilişkisi olmayan, bir belgeselin değerlendirilmesinden bi haber kişilerden oluşur. Çünkü belgeseller çoğu A tipi festivallerin olmazsa da olur kabilinden bir süsü, yarıştırılması zorunluymuş duygusunu veren gereksiz bir ögesiymiş gibi algılanır.
Ankara Film Festivali, bu yıl bu kuralı bozdu. Belgeseli bir üvey evlat yakıştırmasından kurtararak ona gereken değeri vererek, bir ilki gerçekleştirdi. Belgesel yarışmaya ene iyi yönetmen, konsept-senaryo, görüntü ve kurgu ödüllerini ekledi. Yani belgesele hak ettiği bir ilgi ve titizlikle yaklaştı. (Ulusal kısa film yarışmasında da benzer yenilikleri yaptı).
Çoğu kişi ve hatta sinema adamı belgeseli sinemanın bir türü olarak tanımlar. Oysaki hiç de öyle değildir. Belgesel kurmaca filmlerin bir türü değil, kendi başına bir olgudur. Onun için bu olguyu, kendi yapısı-oluşumu ve süreci içinde kendine özgü nitelikleri ve yapım sürecinde etkin ve gerekli olan argümanları içinde değerlendirmek gerekir. Ama ne yazık bugüne kadar bu türde bir değerlendiriliş pek olmadı. Nedeni ise, ülkemizde yapılan bir çok belgeselin bu niteliklere sahip olmaması, sinemasal özelliklerden yoksunlukla iki kafa, bir ilginç konu gibi bir kısırlık içinde devinip kalmasıdır.
Bir belgeseli belgesel yapan en temel özelliklerden biri hiç kuşku yok ki, bir çok belgeselcinin yadsımasına rağmen, sinemasal anlatım ve bunu oluşturan senaryo ve kurgudur. Çünkü yaratı ancak bu noktada kendini belli eder. Kurgudan ve senaryodan yoksun bir belgesel, dış dünyanın, hiçbir estetik ve yaratı kaygısına gerek duyulmadan basit bir yansıtılmasından başka bir şey değildir.
Ankara Film Festivalinin belgeselde yaptığı bu radikal değişim çok ama çok önemlidir. Kimi sinema üzerine yazıp çizenlerin- yani bir belgeselin oluşumundan ve yapısından habersiz olanların- buna karşı çıkmalarına rağmen bu yöntem, sanırım bundan sonra da belgesel filmlerin bir prototipi olacak ve belgesele gereken önemin verilerek aşama yapmasını sağlayacaktır. Ankara Film Festivali bu radikal, mantıklı ve cesaretli kararından dolayı kutlamak gerek.