Ankara Kitap Fuarı
Ankara'da kitap fuarı olur mu, olmaz mı? Olmazsa, neden olmaz, doğrusu hâlâ yanıtını tam veremediğim bir soru. Ankara'da büyük birkaç kitabevinden dolayı buna ihtiyaç duyulmadığını söyleyenler var, iyi de İstanbul'da da pek çok kitabevi var. Bu tek neden olabilir mi? Ankaralı, Ankara'nın her tarafına gitmez, sanırım önce fuar için doğru bir yer seçmek gerekir. Bir süre başkentte yaşayan Orhan Veli, "Ankara tiyatro sahnesi gibi, iki adımda bitiyor," demiş. Ankara bu gün tiyatro sahnesini çok aştı, çok büyüdü, ama Ankaralı kendine tiyatro sahnesi gibi bir sahne çizer, bu sahnede yaşar, kentin her yerine gitmez. ATO Kültür Merkezi, kentin merkezinde bir yerde, temiz, düzgün bir bina. Ancak her yerden otobüs, dolmuş bulmak zor. Fuara kafamda bu sorularla, hafta sonunda ben de katıldım. Şükürler olsun, bir izdiham yaşamadım, ezilmedim, kimse de benim yüzümden ezilmedi. Bir miktar kitap imzalama şansımız oldu. Ben oldum olası kuyrukları sevmem, hayatım kuyruklarda geçti, kendi önümde de görmek istemem. Eski öğrencilerimi, yazar dostlarımı gördüm ya, tanımadığım okurlarımla birkaç söz ettim ya, bana yeter. Memlekette zaten yeterince kuyruk var, bir de "Kemal Ateş kuyruğu" eksik olsun.
Mehmet Perinçek'i dinlemek için geldiler
Vaktiyle Oktay Akbal da sormuştu şu soruyu: Hani edebiyat bölümlerinde okuyan gençler? Kitap imzalatan gençlere nerede okuduklarını soruyorum. Nerdeyse her bölümden öğrenci var, ama edebiyat öğrencisi yok. Bu bölümlerde okuma alışkanlığı verilmiyor mu, yeni edebiyat, günümüz edebiyatı diye bir olgunun farkında değiller mi? Bir ara önümüzde bir dalgalanma oldu, kalabalık arttı, Mehmet Perinçek'i dinlemek için gelenlerin kalabalığı olduğunu öğrendim, buna da sevindim. Çile çekenleri, bedel ödeyenleri unutmamak solun geleneğinde var, bu gelenek yok olmamalı. Berberim, "Baba-oğul aynı berbere gitmez hocam!" derdi. Bir nedeni vardır elbette bunun. Bizde baba ile oğulu aynı hapishanede yatırıyorlar. Geçen hafta Ankara'da Türk Güreş Vakfı'nın düzenlediği kurultayda bir konuşma yaptım, Aydınlık'ta yazdığımı öğrenenler yanıma geldiler, Aydınlık okuduklarını söylediler. "Perinçek ne zaman çıkacak?" diye soran güreşçiler, güreş severler oldu. Ben de; "Yakında hırsızlarla yer değiştirecekler. Şu hırsızları ne zaman tuşlayabilirsek!" dedim.
İmza günlerinde yazar...
Çınar Yayınevi standına oturduğumda, karşılaştığım ilk okuru bir yerden tanıyorum, televizyonlardan biliyorum, ama adını bir türlü çıkaramıyorum. İşte imza günlerinin yazar açısından böyle bir sıkıntısı vardır, en bildiğinizin adını unutuverirsiniz. Böyle durumlarda sizin çevrenizi bilecek, belleği kuvvetli birinin yanınızda oturması çok işe yarar. Dil Hurafeleri'ni imzalamam için uzatan Sayın Ahmet İyimaya'nın adını yanımda oturan konuğumun yardımıyla hatırladım, Dil Hurafeleri'ni imzaladım. Sayın İyimaya incelik gösterdi, Meclis'e çay içmeye davet etti. "Beyefendi," dedim "Ben şimdiye kadar Meclis'ten adres tarif ederken yararlandım, siz belli ki iyi bir okursunuz, milletvekili olarak değil, ama bir okur olarak çayınızı içmeye gelebilirim." Sayın İyimaya gittikten sonra, abarttım mı acaba, diye düşündüm. Hayır, hiç abartmadım. Altmış yıllık Ankaralıyım, şimdiye kadar ben o kocaman Meclis binasından sadece birine adres tarif ederken yararlandım, kapısından içeri girmedim. İşe bakın o gün son kitabımı da bir önceki dönem milletvekillerinden Sayın Mustafa Gazalcı'ya imzaladım. Ardından Sayın Güldal Mumcu da ziyaretimize geldi, etti üç milletvekili. Ankara'da bu gürültü patırtı içinde kitap fuarı olduğunu anımsayan milletvekilleri de var. Artık Meclis'e çay içmeye gidilir.