29 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Annelerin haklı isyanı

Defne Tamar Gürol

Defne Tamar Gürol

Eski Yazar

A+ A-

Çarşamba günü Aydınlık Gazetesi’nde annelerin mahallelerinde uyuşturucu satılmasına isyan etmelerine ilişkin bir haber dikkat çekiyordu. Çocuklarının uyuşturucu/uyarıcı maddeye ulaşmalarının bu kadar kolay olmasının yarattığı riskin farkında olan anneler, tehlikeye dikkat çekmek için eylem yapmışlardı. Uyuşturucu satıcıları yol kesip para istiyor, halkı tehdit ediyordu. Çocuklar parka gidemez olmuşlardı.

Madde kullanımı ve bağımlılığını anlamak için olaya çok boyutlu bakmak gerekmektedir. Biyolojik etmenler, ergenin psikolojik gelişimi, aile etkisinin önemi kadar, akran etkisi ve çevresel etmenler de bağımlılık gelişmesinde rol oynayabilmektedir.

Bir bölgede uyuşturucu/uyarıcı madde kullanımının yaygınlaşması, madde kullanımının artması ile sonuçlanır. Maddeye ulaşımın kolaylaşması ve çevrede madde kullanan pek çok kişinin olması madde kullanımının sıradan ve olağan kabul edilmesine yol açar. Madde kullanımının bu derecede kanıksanan bir durum olması, gençlerin madde kullanımına daha olumlu bakmasına neden olur. Herkes madde kullanıyorsa, madde kullanmak onlar için kaçınılması imkansız olan bir kader olduğu algısına sahip olurlar. Buradan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: madde kullanımı arttıkça, toplumda madde kullanan kişi sayısı hızla artacaktır.

O zaman örneğin gazete haberine konu olan mahallede ne yapmak uygun olur? Madde satmak suç olduğuna göre, madde satıcılarına yönelik önlemler alınması gerekir. Ancak unutmamak gerekir ki her madde satıcısı aynı zamanda madde de kullanmaktadır. Sadece ceza odaklı yaklaşım en önemli halk sağlığı sorunlarından biri olan madde kullanımını önlemeye yetmeyecektir. Madde kullanımını bırakmak ancak kişinin bunu arzu etmesi ile mümkün olduğuna göre zorunlu tedavi de sadece sınırlı sayıda vakada işe yarayabilir. Bu durumda yapılacak bir şey yok mu?

2000’lerin başında İstanbul’da sokakta yaşayan ve uçucu madde kullanan çok sayıda çocuk ve ergen vardı. Bu çocuklar sokakta gruplar halinde yaşıyorlar, özellikle madde etkisinde oldukları zaman saldırgan olabiliyorlar ve toplumda ciddi bir korkuya neden oluyorlardı. Çoğu İstanbul’a göç etmiş, çok çocuklu, aile içi şiddetin fazla olduğu, yoksul ailelerin çocuklarıydı. Onlar için evde nasıl tekinsiz bir ortam vardı ki, küçücük çocuklar sokağı daha güvenli buluyor ve evden kaçıyorlardı. Gazeteler sık sık ‘tinerci dehşeti’ başlıklarıyla çıkıyor, bu çocuklar ‘toplumun safraları’ olarak görülüyor, Eşek Adası’na gönderilmeleri gibi çözümler üretiliyordu.

KOMİSYONLA BAŞLAYAN ÇALIŞMA
Bu sırada İstanbul Vali Yardımcısı Sayın Mehmet Seyman başkanlığında kurulan, sokakta yaşayan ve madde kullanan çocuklara yönelik bir komisyon daha doğru çözümler üretilebileceğini gösterdi.

Sokakta yaşayan çocuklar için İstanbul’da çeşitli bölgelerde ilk adım istasyonları kuruldu. Mobil ekipler sokakta yaşayan çocuklarla temas etmeye başladı. Çocuklar önce ilk adım istasyonlarına getiriliyor, burada belli bir hazırlık sürecinden sonra tedavi olmayı kabul edenler Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Çocuk ve Ergen Madde Tedavi Merkezi’ne (ÇEMATEM) sevk ediliyordu. Tedavi tamamlandıktan sonra ikinci adım istasyonlarda rehabilitasyona devam ediliyordu. Psikiyatrlar, çocuk psikiyatrları, psikologlar, sosyal çalışmacılar, çocuk polis ekipleri, çocuk mahkemeleri, meslek edindirme kursları, İşkur gibi birçok uzman ve kurumun iş birliğinde meşakkatli bir çalışma başlatıldı. Bu çocuklar ilişki kurulması çok güç çocuklardı. Kurallara uymayan, saldırgan davranışlar gösterebilen, süreklilik sağlamada güçlükleri vardı. Yani yukarıda anlattığım döngü bir seferde tamamlanmıyor, tekrar tekrar kurumlara girip çıkıyorlardı.

Bu sırada mobil ekipler sokakta yaşamaya yeni başlayan çocukları tespit edip, sokak yaşantısı davranışlarda yıkım oluşturmadan sosyal çalışma ve psikiyatrik tedavi desteği ile ailelere dönüşlerini sağlıyordu. Sayın Mehmet Seyman’ın başkanlığında tüm ekip kaynaşmış, iş birliği içinde, coşkuyla, yaptığı işe inanarak çalışıyordu. Zaman içinde sokakta yaşayan çocuk sayısı azaldı, ‘tinerci dehşeti’ gazete manşetlerinden indi. Çalışma tabii ki bitmemişti. Sürekli yeni projeler hayata geçiyordu. Bu sırada Sayın Mehmet Seyman’ın Antalya Valiliği’ne tayini çıktı. Sayısı çok azalan sokakta yaşayan çocuklar için bu kadar ödenek, personel ve emek gereksiz görülmeye başlandı. İlk adım, ikinci adım istasyonları, mobil ekipler, en önemlisi yetişmiş, tecrübe kazanmış personel dağıldı. Koordinasyon kurulu işlevini yitirmeye başladı.

Bugüne geldiğimizde 2000’lerin başında kurulmuş olan sistem devam edebilseydi annelerin yol kapatma eylemine gerek kalmadan birçok önlem alınmış olabilirdi. Şimdi yeniden bir sistem kurulmalı, ‘herkesin’ madde kullandığı mahallelerden başlayarak topyekun bu sorunla mücadele edilmeli.