Antalya Film Festivali’nin ardından
Festivale gölge düşürme algısını oluşturan olaylar mı festivalin peşini bırakmıyor, yoksa festival mi, bu tür olayların oluşmasına zemin hazırlıyor, sorusuna bu yıl son anda yanıt bulmak zorunda kalındı. Oysaki festival öylesine sessiz ve sakin başlayıp sona kadar gelmişti ki, bu alışılmadık durum bile, olaysız bir festivalin kendi başına -olumlu olarak nitelendirebileceğimiz- bir olayı sayılabilirdi. Sessizlik ve sakinlik, yalnızca festivalin genel gidişatında değil, en revaçta olan kimi mekanlarında, gelmeyen -gelemeyen- kimi alışıldık konukların yokluğu ile de, o bilinen coşkusunun yerine tarif edilmeyen, ama bir çeşit tenhalaşma burukluğu ile açıklanabilecek tuhaf bir duyguyu öne çıkarıyordu.Ama bu sessizlik ve sakinlik, son anda, ya da bir spor deyimiyle doksan artı beşte yerini, beklenmedik bir olaya bırakıverdi. Kimilerince sansürle eleştirilen festival, kapanışında, yine bir başka sansürün kurbanı oldu. Hem de sansüre karşı tavır alan bir kanal tarafından. Elbette ki, beklenmedik böylesine sevimsiz ve de gereksiz bir olayda, bir dizi radikal değişim-dönüşümler sonucu görücüye çıkan ve oldukça da olumlu izlenimler veren festivali suçlamak mümkün değil. Çünkü bu işten en çok zarar görenler de onlar oldular. Bereket versin ki festivali eleştirmek için pusuda bekleyenler de, ellerine geçen bu malzemeyi “sansür”den çok “rakı”ya bağlayarak bir başka muhabbetin kulvarı içinde sulandırıp geçiştirdiler.Ama bu olay önemli bir olgunun da altını çizdi. O da; uluslararası, herkesin benimsediği ve önemsediği bir festivali tümüyle, taraflı bir yayın organına teslim etmenin tehlikesi... Gerçekten de sözü edilen yayın organı neredeyse festivalin tek hakimiydi. Onca basın mensubu, sinema yazarı festivale davet edilmezken, sözü edilen yayın organın neredeyse, sinemayla ilgili ilgisiz tüm kadroları festivale davet edilmiş, tüm olanaklar onların hizmetine cömertçe sunulmuştu. Festivale davet edilen diğer basın mensuplarıyla sinema yazarlarının ise festival çevresinden oldukça uzakta bir otele yerleştirilmeleri de biraz manidardı. Festivalle ilgili haberlerin büyük bir çoğunluğunun magazin tadında olması da sanırım biraz ana sponsor dışındaki basının festivale olan uzaklığından kaynaklandı.Festivalin radikal değişim-dönüşümlerine gelince, her alışılmışın dışına taşan, kimi yeniliklere karşı tavır alan kişileri bile memnun edecek düzeydeydi. Kimi kısa filmlerin yarışma filmlerinin önüne konulup daha geniş kitlelere ulaştırılması, ulusal yarışmada belgesel türdeki film sayısının artırılması, uluslararası kimliği ortaya koyan ünlü sayısının nicelik ve nitelik açısından yükseltilmesi, film gösterimlerinin dışındaki etkinliklere ağırlık verilmesi, yabancı film seçimindeki titizlik vs. yeni çehresiyle Uluslararası Antalya Film Festivali’ne yakışan kimi yeniliklerdi. Yalnızca ödül törenlerinin iki güne yayılması biraz garip ve gereksiz geldi. Garipliği; ödüller arasındaki değer karmaşasını yaratıp bir ayrımcılığı düşündürdüğünden, gereksizliği ise, ödül gecesinin heyecanlı beklentisini ortadan kaldırmasından kaynaklanmaktadır. Gerçekten de bu seneki ilk uygulamasının pek başarılı olduğunu söylemek mümkün değil. Son geceki ödül töreninde hem heyecansızlık hakimdi, hem de büyük karmaşa. Ulusalla uluslararası ödül alan ve verenlerin o yoğun trafiği içinde, sahnede tam bir karmaşa yaşandı. Sanırım ödüller ve onları alanlar arasındaki ayrımcılık ve de ödül gecesinin bölünmüşlüğü önümüzdeki yıllarda tekrar gözden geçirilerek daha düzenli bir hale sokulabilir.Bir de ulusal yarışma bölümüne seçilen filmler hakkında kimi politik kökenli iddialar var ki, bunu da ciddiye almak pek mümkün değil.