Antik çağdan günümüze eşcinsellik ve toplum-5: Yabancılaşmadan kurtulmuş eşitlerin aşkı
Biyolojik nedenlerle eşcinselliğe eğilimli olarak doğanların varlığından da söz ediliyor. Ancak bunlar, eşcinseller içinde çok çok küçük bir oranda. Kaldı ki, biyoloji, fizyoloji ve genbilimi bilgi alanımızın dışında kalıyor. Altını çizerek belirtelim: Bu yazı dizisinde öne sürülen tezler, biyolojik özellikleri nedeniyle eşcinsel eğilimli olduğu söylenen o çok küçük azınlığı kapsamıyor. Tartışmaya sunduğumuz görüşler, toplumsal ve ideolojik nedenlerle eşcinsel olanlarla sınırlıdır. Aslında ideoloji de toplumsal, daha doğrusu sınıfsaldır. Ancak eşcinsellikte ideolojik boyutun önemine vurgu yapmak için, “toplumsal ve ideolojik nedenlerden” söz ediyoruz.
- Sınıfsal eşitsizlik, baskı ve sömürü.
- Cinsler arası eşitsizlik, kadının köleleşmesi ve aşağılanması.
- İnsanın kendine ve biyolojik eşine yabancılaşması.
- Toplumsal çöküntü ve kaos dönemlerinde insanın sersemlemesi ve dengesini yitirmesi.
Eşcinselliğin toplumsal kaynakları bunlar.
İnsanlığın ezeli özlemlerine yapılan saldırılar, eşcinselliğin de yolunu açıyor.
Bunca fenalık ve mutsuzlukla birlikte boy veren eşcinsellik, nasıl oluyor da mutluluk kaynağı olarak gösterilebiliyor?
İnsanın özgürlük mücadelesi, sınıfsal ve cinsel eşitsizlikleri ortadan kaldırma ve doğa ile insan arasındaki uyumu sağlama mücadelesidir. Özgürlüğe yıkım getiren her şey, eşcinselliğe hayat veriyor. O zaman nasıl olur da eşcinselliğin bir özgürlük olduğu ileri sürülebilir?
Eşcinsellikle işbirliği halinde mücadele yürüten günümüz feminizmi nasıl oluyor da kadının aşağılandığı bir kökenle bağlantı kuruyor?
CİNSEL KÖLENİN 'MUTLULUĞU'
Yunan soylularının kucaklarına atılan genç kölelerin, Roma imparatorlarının koyunlarına sokulan köle oğlanların, padişahların eğlencesi olan oğlanların, kuytularda zorla ırzlarına geçilen sokak çocuklarının “özgürlüğünden” söz etmek kadar korkunç bir aldatma ve ikiyüzlülük var mıdır?
Ezen ve çöken sistemin efendileri bu eşcinsel ilişkilere girerken acaba özgürler mi? Onlar da tahakküm, baskı ve şiddet uygularken, insanlıktan çıkan zavallılar durumuna düşmüyorlar mı? Sistem, onlar da eşcinselliğe yuvarlanmış değil midir? ”Fantezi” olduğu söylenen bütün bu davranışlar, korkunç bir yabancılaşmanın pençesindeki insanların bozgun içinde itildikleri bir insanlık hali değil midir?
Tarihin tanıklığı bir yana, herkesin örneklerine bakarak yaptığı gözlemler de, eşcinselliğin büyük acıların ve mutsuzlukların kaynağı olduğunu göstermiyor mu?
BULUNAMAYAN İÇ BARIŞ
Görünen odur ki, eşcinseller, toplumumuzdaki yabancılaşmayı, yalnızlaşmayı, bireycileşmeyi, yırtıcılığı, gerginlikleri, huzursuzlukları, herkesten birkaç kat daha ağır yaşamaktadırlar. Bu ıstırapları, yalnız toplumdan dışlanma ve aşağılanmayla açıklamak çok aldatıcıdır.
Toplumsal barış yanında insanın iç barışı ve dinginliği, mutluluk için olmazsa olmaz koşuludur. Eşcinsel, kendisinden hoşnut ve huzurlu değildir. İntiharların, eşcinseller arasında yaygın olması anlamlıdır. Bu açıdan eşcinsel, toplumun yaşadığı büyük bunalımları en aşırı yaşayan bir toplumsal kurbandır. Onlar, toplumsal eşitsizliklerin ve yabancılaşmanın yükünü şu veya bu nedenle en çok çeken ve bu ağırlığın altında en çok ezilen insanlardır.
Hal böyle olunca, sistemin ideolog ve sanatçılarının eşcinselliği özendiren ideolojik faaliyetleri de yerli yerine oturuyor.
SONUÇ
Eşcinsellik, eşitliğe aykırı süreçlerin ürünüdür.
Yine eşcinsellik, özgürlüğe aykırı süreçlerin ürünüdür.
Oysa cinsel aşk, ancak eşit ve özgürler arasında bütün zihinsel derinliği ve duygu zenginliğiyle yaşanabilir.
İmparator Neron ile kölesi arasında derin bir aşk olamaz.
İlk eşcinsellik deneyimini düştüğü sokakta tecavüze uğrayarak yaşamış insan da yaralanmıştır; incinmiştir. Bütün deneyimler, en sonunda o ilk deneyimin tekrarıdır.
İnsanlığın üç büyük davası vardır: Eşitlik, özgürlük ve barış.
Sınıflara bölünmüş ve cinsler arası eşitsizliğin hüküm sürdüğü toplum, ancak sınıflar ve cinsler arası eşitlikle yabancılaşmadan kurtulur ve barışa da kavuşur. Bu barış, hem toplum içindeki barıştır hem de insanın iç dünyasındaki barıştır, kendinden hoşnut olmaktır. Toplum içindeki farklılıkların yarattığı kavga, eşcinselin iç dünyasına daha da şiddetle yansımaktadır.
Sınıfsız toplum, eşitlik ve özgürlüğün zeminini yaratmak yanında, insan ile doğa arasında bozulan dengeyi kurmak yoluyla da, gerçek cinsel aşkın ortamını getirecektir.
İnsanoğlu, özel çıkar ve bireysel kâr sistemini ortadan kaldırarak insanın biyolojik varlığı ile zihinsel-duygusal varlığı arasındaki milyonlarca yıllık dengeyi, bu kez çok daha üst düzeyde yeniden kuracaktır.
Bu, boş bir hayal değildir. İnsanlık tarihine ve günümüz toplumuna bakarsak, en derin ve en güzel aşkların, bireysel çıkardan arınmış derin düşünceli ve eşitler arasında yaşandığını görürüz. Sınıfsız bir dünya özlemi ve her tür eşitliği özümlemek, uçsuz bucaksız duygu zenginliğinin de koşuludur. Herkes, sınıfsız toplum insanını daha bugünden kendi kişiliğinde yaratarak büyük sevdaların ve eşsiz mutlulukların insanı olabilir.
SON