AP seçimleri: Brexit gölgesinde entegrasyon
Avrupa Parlamentosu seçimleri başladı, ama ahh, bir de Avrupa farkına varsa!
Hollanda, İngiltere ve bir çok ülke sandığa gitti. 26 Mayıs Pazar günü ise Almanya ve Fransa oy verecek. Ama bu kadar da ilgisizlik olmaz ki! Avrupa genelinde katılım 40 yıl öncesine göre yüzde 20 düşerek 2014'te yüzde 42 olmuştu. Doğuya gidildikçe daha da azalıyor; Polonya yüzde 24, Slovakya yüzde 13! Oysa bu seçim AB'nin geleceğini belirleyecek, şimdiki AB Komisyonu Başkanı Lüksemburglu Hıristiyan Demokrat Juncker'in yerine yeni başkanı seçecek...
751 sandalyeden oluşan Avrupa Parlamentosu Strasburg'da toplanıyor, meclis grupları ise Brüksel'de. Bunun 400 kadarı merkez partileri denilen Hristiyan Demokratlara ve Sosyal Demokrat Parti gruplarına ait. Avrupa son 15-20 yıldır adım adım sağa kaydı çünkü ardından sağ liberaller geliyor, bunlar büyük şirket partileri. Sol ve Yeşil Partiler dördüncü sırada. Aşırı sağcı ve ırkçı partiler ise son yıllarda hızlı tırmanışta.
ENTEGRASYON MU İSTİKRARSIZLIK MI?
Bu seçimler şu soru etrafında dönüyor: Eski ulus devletlerinize dönüp felakete sürüklenmek mi, yoksa daha da entegre olup küresel bir güç olmak mı istersiniz? Yani 2008 krizinden beri kötüleşen ekonomi ve demokrasi etrafında dönmedi kampanya. AB'ye egemen Avrupacı merkez partiler böyle istediler. 'Statüko', ABD'de olduğu gibi kötüleşmenin baş suçlusu olduğundan bu konudan kaçıyor. Aşırı sağcı-ırkçı-Trumpçı yeni yetme partiler ise tersine bu kötüleşmeyi ön plana çıkararak populizme sarıldılar.
Juncker'ın yerine talip Alman Hristiyan Demokrat Aday Weber şöyle diyordu: "İçinde yaşadığımız bugünkü Avrupa iyi bir Avrupa'dır. Günümüzün milliyetçilerinin onu yıkmasına izin vermeyeceğiz." Weber'in rakibi, Hollandalı Sosyal Demokrat Timmermans.
Avrupacılık AB'de ana akım. Amerikan ve Neocon bağlarına rağmen sağ liberal meclis grubu da (ALDE) Avrupa entegrasyonundan yana. Avrupacılık aslında bir aşure çorbası; içinde sıkı entegrasyon ve küresel güç olmayı savunanlar, şimdiki birliği yeterli bulanlar, Atlantik Paktı'na soğuk bakanlar, ABD'nin neo-conlarıyla bağları hala güçlü olan NATO'cu Avrupacılar, biraz düzen karşıtı solcu veya yeşil Avrupacılar, anti-Amerikan solcu Avrupacılar... hepsi mevcut. Yelpaze.
Avrupacılığın ortak paydası şu: Brexit'ten ağzımız yandı, yükselen aşırı sağın başka ülkeleri koparmasını önlemeliyiz. AB'nin istikrarı korunmalı, genişlemese de küçülüp zayıflamamalı.
Egemen Avrupacıların bunu temel kampanya sloganı yapması pek de yanlış değildi. Brexit tehlikesi Brüksel'i oldukça ürkütüyor. Seçimlerde taktik amaçla abartıldıysa da, bu korku tamamen reel, rasyonel ve gerçekçi. İngiltere'deki muhafazakar, sağcı ya da aşırı sağcı güçlere benzeyen güçler kıta Avrupasında da tırmanışta: Le Pen'in National Front'u, İtalya'da Salvini'nin LIGA Partisi, İspanya'da Partido Popular, Almanya'da yeni parti AfD ve anti-İslam Pegida Hareketi, Hollanda'da Wilders'ın PVV'si ve son seçimlerde en büyük parti olan Baudet'in Forum ve Demokrasisi...
Bu nedenle Fransa Devlet Başkanı Macron geçenlerde şöyle diyordu: "Bu seçimlerdeki en önemli savaş, Avrupa'ya inanalar ile inanmayanlar arasındadır." 28 AB ülkesi arasında sıkı entegrasyon ve küresel güç olma davasında Fransa başı çekiyor.
AB KARŞITI SAĞIN YÜKSELİŞİNDE WASHINGTON ETKİSİ
2016 referandumunda İngiliz çoğunluk az bir farkla AB'den ayrılmayı seçtiği sırada, Trump kendi kampanyasıyla meşguldu. O sıradaki İngiltere ziyaretinde Brexit'i alenen destekleyince tepki gördü. AB karşıtı Brexit'in başını çeken aşırı sağcı Nigel Farage ve muhafazakar Boris Johnson gibi isimler Trump'la kolkolaydılar. Trump'ın arkadaşı bazı Amerikan-İngiliz milyarderler 'AB'yi Terket' kampanyasına milyarı aşkın para sağladılar. E-Bay ve Paypal adlı finans firmalarının ana ortağı Peter Thiel, örneğin.
Washington'un bu 'Brexit Operasyonu'nun İngiltere'deki merkezinde, Cambridge Analytica (CA) ve Strategic Communication Laboraories (SCL) adlı iki kuruluş vardı. Brexit stratejisini bunlar çizdiler, Farage ve Johnson gibiler de uyguladı. ABD'ci İngiliz sağ ve aşırı sağı geniş ve disiplinli bir ağ oluşturdu. ABD'yle serbest ticaret ve zenginleşme vaadedildi, halk kandırıldı. Referandum arifesi yayılan milyarı aşkın reklam yüzmilyonlarca Amerikan dolarıyla ödendi. ABD'nin casusluk örgütleri NSA ve GCHQ da Brexit operasyonunun finansman ve örgütlenmesine katıldılar. VoteLeave, UKIP ve Leave.EU adlı AB karşıtı yeni hareketlerin önde gelenleri CA ve SCL'in elemanlarıydı. Milyarlık bahisler örgütlendi. Amerikan sosyal medya tekelleri Facebook ve Google, Brexit kampanyasına çalıştı.
Rus Federasyonu için Ukrayna Turuncu Devrimi neyse, AB için de Brexit odur.
Hollanda aşırı sağının iki lideri, Wilders ve Baudet, Trump çevesiyle yıllardır Washington ya da Lahey'de ortak toplantılar yapıyor, az da olsa ABD'den para ve medya desteği alıyorlar. Keza Trump Le Pen'in AB karşıtı ırkçı partisini desteklediğini alenen açıkladı.
Trump'ın eski baş stratejisti Steve Bannon bu seçimlerde AB karşıtı sağcı partileri yönlendirmek amacıyla Brüksel'de 'The Movements' isimli bir yapı oluşturdu. Bannon, AB Parlamentosu'nda bölünmüş durumdaki bu partileri bir araya getirerek güçlü bir parlamento bloğu yaratmaya çalışıyor. Brexit kampanyası liderlerinden Amerikancı Farage bu bloğa başkan yapılacak.
Bu arada Brexit pazarlıkları krize girince, hala ayrılamadığı için İngiltere de AB seçimlerine katıldı. Macron ve Merkel'in gönülsüzlüğüne rağmen. Çünkü bunlar parlamentoya seçilir seçilmez AB'yi bölme ve zayıflatma kampanyası açacaklarını aylar önce ilan etmişlerdi.
AB yönetimi bu çabaları endişeli gözlerle izliyor. Yobaz Amerikalı Trumpçı Bannon, Fransa, Almanya, İtalya, Macaristan gibi ülkelerdeki aşırı sağ ile aynı sahnede resim vermekten çekinmiyor, Macaristan Başbakanı sağcı Orban ve İtalyan LIGA Hareketi'ni savanduğunu gizlemiyor. Hatta Bannon’ın AB karşıtı çalışmaları, “The Brink” ismiyle filmleştirildi ve seçim öncesi piyasaya sürüldü.
AB KARŞITI AŞIRI SAĞ NEDEN GÜÇLENİYOR?
Durum aynen Trump'ı iktidara taşıyan ABD koşulları gibi. 2008 krizi sonrası AB'de gelir düzeyi hayli düştü. Bunu Ortadoğu, Afganistan ve Kuzey Afrika'da, ABD'nin bir zamanlar AB ile elele yaptıkları müdahalelerden ve yoksulluktan kaçan kitlesel bir mülteci göçü izledi. Bu şöyle oldu:
2015 Eylül'ünden itibaren Rusya destekli Suriye'de durum tersine dönmeye başlıyor, Putin IŞİD'e karşı harekat başlatıyor, AB'de Rusya'ya karşı yumuşama belirtileri gözlemleniyor, Rusya'yla işbirliğini savunan Fransa Devlet Başkanı Sarkozy ABD'yi AB'yi istikrarsızlaştırmaya çalışmakla suçluyordu.
İşte tam da o günlerde, Ege sahillerinde minik bir Suriyeli çocuğun, Aylan Kurdi'nin ceseti karaya vurdu. ABD medyası hemen harekete geçti, kampanya açtı, mülteci akını kışkırttı. CIA örgütledi. Türkiye'de sahil koruma gevşetildi, Yunanistan kapıları açtı ve iki milyon mülteci AB kapılarına dayanıverdi, girmeyi başaranların sayısı 1 milyonu aştı. ABD, muazzam bir mülteci ve göç sorununu bu şekilde Avrupa'nın ayağına dolayıvermişti!
Irkçı-aşırı sağcı partiler birden tırmanışa geçiverdi. Bu partilere gün doğmuştu! 2008 kriziyle işinden ve görece yüksek gelirinden olan halk suçluyu bulmuştu: mülteciler, göçmenler, İslam! Ve bu göçmenler artık ülkelerin kendi sınırları olmadıgından AB'nin 'gevşek' sınırlarından kolayca girebiliyorlardı, yani AB suçluydu, bir an önce terkedilmeli, sınırlar geri gelmeliydi. Ve İngiltere'de oylanabildi bile bu ruh hali... Kazandı da!
Medya haber güvenliği kuruluşlarına göre, son üç aydır Facebook'ta, göçmen ve mültecileri tecavüzcü ve katil olarak gösteren, sahte (fake) haber ve videolar, 533 milyon kez tıklanmış. Alman, Fransız, İspanyol kahramanlığını öven filmler sosyal medyada furya. Ve bunlarda suçlu hep: AB yönetimi, Merkel, sınırlar, avro...
Kısacası ırkçı-aşırı sağcı partilerin derdi, bu yeni koşullardan yararlanıp iktidara gelmek. Avrupa güvenliği değil. Maskeleri ise halkçılık, Sezarcı populizm. Trump benzeri. 'Statüko' suçlu ve kan kaybediyor ama, o kan ilerici, gerçek halkçı güçlere gitmiyor, tersi yöne kayıyor. Ve Washington destekleri var. Özetle: yanılgı, yalan ve dış destek üçlüsü.
BU SEÇİMLERDEN BEKLENTİLER
Seçimlerin önemli diğer bir kaç konusu şunlar oldu: İklim anlaşmaları, çevreci önlemler, AB Ordusu kurulması (ki tüm Avrupacılar ortak görüşte değil bu konuda), Rusya'ya karşı tavır, sorunlu Güney ve Doğu Avrupa ülkelerine yardım edilip edilmemesi, Üçüncü Dünya'ya gelişme yardımı, göçmenler, sınır kontrolleri, AB'nin genişletilip genişletilmemesi...
Sonuçlar pazartesiden itibaren açıklanacak. Avrupa genelinde beklenti, Hristiyan Demokrat ve Sosyal Demokrat egemen merkez güçlerin (statükonun) kısmen zayıflayacağı (parlamentoda toplam 419'dan 390'a), AB karşıtı aşırı sağın bir miktar güçleneceği (toplam 187'den 220'ye), ayrıca Avrupacı sol ve yeşillerin de hafifçe güçleneceği yönünde. Ancak dünkü Hollanda seçimlerinde ayrılıkçı aşırı sağ tahminlerin aksine güç kaybına uğradı. Avrupacı yeşil sol ve liberaller güçlendi.
GEVŞEYEN ATLANTİK PAKTI'NIN SAVUNMA REFLEKSİ
Bu arada liberal neo-con çevreler bazen, aşırı sağcı güçleri AB'yi istikrarsızlaştırmak amacıyla Rusya'nın desteklediği dedikodusunu yayıyorlar. Ne belgesi var, ne de gerçeğe dayanıyor. Mesela liberallerin AB Parlamentosu'ndaki grubu ALDE'nin lideri Belçikalı Verhofstadt geçtiğimiz günlerde attığı bir twitte İtalyan aşırı sağcı lider Salvini'yi Rusya'dan destek almakla suçladı. Bu dedikodular, ABD'de neo-conların iki yıldır Trump'a yaptıkları Rusçu suçlamalarını anımsatıyor. Politikası AB'yi bir bütün olarak Washington'dan uzaklaştırmaya odaklı Rusya ise seçimler boyunca sessiz kaldı.
Kimin Avrupa'da 'istikrarsızlık' istediği, döneme bağlı bir husustur. Bundan 4-5 yıl öncesine kadar, AB'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da ABD ile kolkola olduğu sıralarda, yani ABD'nin sözünden çıkmadığı günlerde, AB'nin istikrarsızlığından Atlantik Paktı dışındaki herkesin çıkarı vardı.
Ama devran dönüp, ticaret, enerji, İran, Ortadoğu, Avrasya ve Çin yatırımları konularında Brüksel artık Washington'la çelişmeye başlayınca, AB'yi 'istikrarsızlaştırmak' isteyenler de yavaş yavaş değişiyor. Geçen yıl başında Washington Avrupa'yı 'yeniden kazanılması gereken' bir numaralı hedef olarak ilan etmişti. Pentagon güvenlik strateji raporu böyle yazıyordu. Ama niye 'yeniden' demişlerdi? 'Kayıp' mı etmişlerdi ki, 'yeniden' kazanmaktan söz ediyorlardı!
Yeniden nasıl kazanabilirler? Şu an AB çok kutuplu dünyaya doğru henüz bir geçiş dönemi yaşıyor. Bölme tehdidi ve istikrarsızlık, vakit yakınken boyun eğdirmek için uygun bir araç olabilir! 'Böl ve yönet' Washington'un sadece Ortadoğu ve Avrasya'ya mahsus taktiği değildir. Brexit, ABD'nin AB'ye karşı yeni yeni şekillenmekte olan ve henüz resmileşmemiş, bölme ve istikrarsızlaştırma taktiğinin ilk ürünüydü!
Brexit ve ırkçı-aşırı sağ avrupa güçlerinin yükselişi, 70 yıllık Atlantik Paktı'nın, vidalarının gevşemesi karşısında gösterdiği ilk klasik savunma refleksidir.
Bu AB seçimlerinin Macron ve Merkel'e mi, yoksa Trump'a mı yaradığını haftaya biraz daha açık seçik görebileceğiz.