Arşivler yanıyor ve bir tarih yok oluyor -(TAMAMI)
Geçmişten ve onun değerlerinden söz edip de, o söz ettiğimiz geçmişi bir yandan yıkımlara öbür yandan da bir dizi ihmalkarlıklar nedeniyle yangınlara tutsak etmek, sanırım yalnızca bizim topluma özgü bir anlayış ya da bağışlanmayacak bir anlayışsızlık örneği. Gün geçmiyor ki, tarihi değerlere sahip bir yapımız yıkılmasın ya da yanmasın. Korkutucu bir duyarsızlık örneğinin verildiği- yaşandığı ve bundan sonra da yaşanacağı bu konuda bırakın radikal tedbirleri bir yana, bu tür olayları kısmen önleyici bir önlemin alındığını, alınmak için bir çaba harcandığını hiç sanmıyorum.
Elbette ki, yıkımlar ve de yangınlar her ülkede olabilir. Ama bizim ülkemizde nedense hep tarihi değerlere sahip, bir kentin belleğini oluşturacak mekanlarda oluyor. Ve ne gariptir ki, yıkımların merkezinde rant oranı yüksek semt-caddeler, yangınların başlama odağında ise -ne gariptir - hep arşiv kısımları oluyor. Yani geçmiş; yalnızca yapılarıyla-mekanlarıyla değil, o yapılara değer veren, bir daha yerine konulmayacak, eşi bulunmayacak belge-bilgilerin de ortadan tümüyle yok edilmesiyle yalnızca belleklerden değil, tarih sayfalarından da siliniyor.
Kapalıçarşı, Cağaloğlu’ndaki tarihi Milli Eğitim Binası, Ticaret Odası’nın arşiv dairesi bu tür yok oluşun ya da bir dizi ihmalkarlıkla sonucu yok edilişin yalnızca son örnekleridir. İhmalkarlıklar nedeniyle yitirdiğimiz tarihi değerlerin sicili çıkarılsa, sanırım yüzlerce cilte konu olacak bir liste çıkar ortaya. Türk sinemasının bir dizi değerli filmleri yine bu ihmalkarlık nedeniyle belediyenin mezbahadan oluşturduğu depolarda, tek bir sigara yüzünden yok olup gitmemiş miydi? Bugün o yangın sonucu yitirdiğimiz filmler yüzünden, sinemamızın bir dönemi hep karanlık kalmış, sonrasında da o dönemler, hiç yaşanmamışçasına unutulup gitmiştir.
Tarih belgelerle yazılır. Belge yoksa tarih de yoktur, olamaz da. Ama öbür yandan tarih, yalnızca resmi tarih değildir. Bugün tüm dünyada büyük bir ilgi alanına dönüşen gündelik yaşam tarihi de geçmişle en sıcak ilişkilerin kurulduğu önemli bir daldır. Gündelik yaşam tarihine, resmi tarihin ıskaladığı -ya da önemsemediği - her şey girer. Yeme içme kültüründen, giyim kuşama, milli eğitim belgelerinden ephemeraya, endüstriyel arkeoloji malzemelerinden kent belleğini oluşturacak her bir malzemeye kadar akla gelen ve gelmeyen her bir şey girer. Bugün, az sayıda da olsa, ülkemizde açılmaya başlanan kent müzeleri bu gündelik yaşam tarihinin en somut örnekleridir.
Ama bizler gündelik yaşam tarihinin her malzemesini ya geçmişte SEKA’ya kağıt hamuru olarak gönderdik, ya da vagon dolusu Bulgarlara armağan ettik. Geriye kalma direncini gösterenleri ise şimdilik yangınlarda yok edip gidiyoruz.
Kısacası geçmişten, tarih sevgisi ve bilincinden, ecdat mirasından söz edip de mangalda kül bırakmayanlar, onun yerine ateşle ilginç bir imtihan veriyorlar. Bir yandan bir dizi ihmalkarlık yüzünden tarihi yok olmaya tutsak ediyorlar, öbür yandan da rant alanlarına sözüm ona bu tarihi yeniden canlandırmayı amaçlayan yeni rant alanları ekliyorlar. Onlar mı bizimle dalga geçiyor, yoksa tarih mi bizimle alay ediyor bir türlü anlayamıyorum.