22 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Âşık Veysel’in 50. ölüm yıl dönümü: Türkçeyi Sivas halısı gibi işledi

Ercan Dolapçı

Ercan Dolapçı

Site Yazarı

A+ A-

Âşık Veysel deyince aklımıza nice özlü şiirleri ve halk türküleri gelir. Anadolu'nun derinliği ve verimliliği onun dizelerine yansımıştır. Aşık Veysel tam bir Cumhuriyet çocuğudur. Cumhuriyet devrimimizin halk kültürüne verdiği önemle yetişti ve sesini duyurdu. Ölümsüz eserler bıraktı. 21 Mart 1973 günü, görmeyen gözleri doğduğu köyde hayata kapandı, doğduğu yerde de toprağa kavuştu. Toprak gibi bereketliydi, çiçek hastalığı sonucu gözlerini çocuk yaşta kapattı, ancak İranlıların güzel tarifiyle ‘gönül kapısı’ hep açık kaldı… 1951'de gazetecilerin ameliyat ettirelim teklifine karşılık: “Hayalhanemdeki dünyayı yıkmayın.” yanıtını verir. O gözlerin arkasında derin bir Anadolu bilgeliği, felsefe birikimi vardı. Hiç mezhepçilik yapmadı. Hep birleştirici oldu.

YOKSUL YILLARIN ÇOCUĞU

Veysel Şatıroğlu, 1894 yılında Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya gelir. Annesi Gülizar, babası "Karaca" lakaplı Ahmet adında bir çiftçidir. Veysel'in iki kız kardeşi çiçek hastalığına yakalanarak yaşamlarını yitirir. Veysel de yedi yaşında aynı hastalıktan dolayı iki gözünü kaybeder. Onu da Ankara Radyosu'nun 1964 yılında hazırladığı bir programda şöyle anlatır:

“Yedi yaşıma kadar ben de her çocuk gibi koştum, seğirttim, güldüm, oynadım. Yedi yaşımda çiçek hastalığına yakalandım. Çok zor günler yaşadım. Canımı zor kurtardım. Çiçek hastalığı yüzünden sağ gözümü tamamen kaybettim. Sol gözüme ise perde indi. Çocukluk günlerimden hiç unutamayacağım hatıralar, şimdi hayal meyal kafamda yaşıyor.” (Ümit Yaşar Oğuzcan, Hayat, 3 Aralık 1970, Sayı: 62, s.20-22.)

Babası, Âşık Veysel'e oyalanması için bağlama alır ve onunla uzun yola koyulur. Birinci Dünya Savaşı çıktığında 20 yaşındadır. O günlerdeki duygularını şöyle anlatır: “Ben Allah’ın nasıl kuluyum ki bundan, bu vatan hizmetinden mahrum kaldım diye düşünerek çok acı çektim. Sonra İstiklâl Savaşı oldu. O yıllarda yine köydeydim.” (Yavuz Bülent Bakiler, Aşık Veysel Hayatı ve Şiirleri, İstanbul, 1986, s. s.7.)

Esma ile 25 yaşında iken 1921 yılında evlendirilir. Bir oğlan ile bir kızı olur. Oğlu henüz 10 günlük iken annesinin memesini emerken boğularak ölür. Kızı altı aylıkken de yanaşmasıyla kaçarak Veysel'i yalnız bırakır. Veysel, köyde kızına kucağında iki yıl bakar. Ancak yaşatamaz... Âşıklar geleneğine de uyarak köy köy, şehir şehir gezmeye başlar. Bu sırada Hafik’in Karakaypak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evlenir. Ondan altı çocuğu olur.

Âşık Veysel’in 50. ölüm yıl dönümü: Türkçeyi Sivas halısı gibi işledi - Resim : 1

AHMET KUTSİ TECER EL VERDİ

1930/31 yılında Sivas Maarif Müdürü olarak görev yapan Ahmet Kutsi Tecer ile tanışır ve düzenlenen şairler gecesine katılır. Tecer tarafından verilen destek ve halk ozanı belgesiyle birçok ili arkadaşı İbrahim ile birlikte dolaşmaya başlar. İlk şiirini 1933 yılında Cumhuriyet'in 10. yıl vesilesiyle Cumhuriyet Bayramı'nda yazar:

"Gazi Mustafa Kemal'dir Türkiye'nin ihyası / Kurtardı vatanı düşmanımızdan / Canını bu yolda eyledi feda / Biz dahi geçelim öz canımızdan."

Ankara'ya Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı görmeye gider. Ancak aksilikler olur göremez... Bu şiiri Hâkimiyeti Milliye gazetesinde yayımlanır. 1933-35 yılları arasında radyoda da çalıp söylemeye başlar. Bu söylemeler sırasında Gazi Paşa onu dinler ve beğenir. Dolmabahçe Sarayı'na çağırtır. Ancak yine aksilikler araya girer ve Gazi'nin huzuruna çıkamaz.

Âşık Veysel'in ilk şiir kitabını Tecer, Ülkü mecmuasında müdür iken 1944 yılında "Âşık Veysel'den Deyişler" ismiyle yayımlatır. Bu kitapta 33 şiiri yer alır. Daha sonra "Sazımdan Sesler" ismiyle ufak bir broşür daha yayımlanır. Âşık Veysel, Köy Enstitüleri'nde 1946 yılına kadar saz hocalığı da yapar. Daha sonra kendi isteğiyle Sivrialan Köyü'ne gelerek burada çiftçilik yapmaya başlar. 1950'li yıllarda şiir kitaplarından, konserlerden ve plaklardan para kazanır. TBMM tarafından 1965 yılında “Ana dilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı” bir halk şairi olarak ilk defa ona maaş bağlanır.

21 Mart 1973 günü köyünde 79 yaşında iken hayatını kaybeder. Vasiyeti üzerine, annesinin koyunları sağmaya giderken doğum yaptığı köyün bir kilometre dışındaki yolda açılan mezara sazıyla birlikte defnedildi. Vasiyetini 1964 yılında Ankara Radyosu'nda katıldığı bir programda şöyle anlatır: “Ben nerede doğmuşsam, annem beni hangi yoldan yürüyerek evimize getirmişse, öldüğüm zamanda beni aynı yoldan götürerek o doğduğum yerde toprağa koyun. (...) Gözlerimi dünyaya açtığım yerde, toprağa karışıp gideyim istiyorum.” (Bakiler, s.9.)

1962 YILINDA YAPILAN GÖRÜŞME

Atatürk Araştırma Merkezi'nin ilk başkanı olan tarihçi Prof. Dr. Utkan Kocatürk'ün, Mayıs 1962'de Ankara Çubuk Barajı kenarında yaptıkları sohbet, 2005 yılında yayımlanan "Atatürk Çizgisinde Geçmişçen Geleceğe" isimli kitabında yeralıyor.

Şiirlerini nasıl yazdığını şöyle anlatır: “Şiirde belki öyle, fakat saz üzerinde öyle değil! Şiirlerimi, çalmadan önce kafamda tamamlarım. Sonra siz gibi bir münevvere yazdırırım. Şiirlerimi hiç değiştirmem. Çünkü söylerken hesaplı söylerim. 150 şiirim var. 15'ini saza uydurdum." Sevdiği şair ve ozanlar ise: "Karacaoğlan, Emrah, Yunus Emre, Neyzen Tevfik, Orhan Veli, Ahmet Kutsi Tecer, Sait Faik Abasıyanık.”

Âşık Veysel, Kocatürk'ün “Makbul insan nasıl olmalı? Nasıl yetişmeli?” şeklindeki sorusuna işe şu yanıtı verir: “Bak, ne düşündüğümü sana anlatayım! Cahilden ibret almayan, kâmilden feyz alamaz. Cahilden ibret alırsan, almak kabiliyetin var demektir. Kâmilden de feyz alırsın. Dünyayı seyredeceksin; doğru gideni, eğri gideni görüp kendini toparlayacaksın! Şairin biri diyor ki... Şimdi gelir, şu rakıyı ver hele, belki içindedir. Ha, içindeymiş:

"İnsanlık ilimdir, her kul fehm etmez / Fehm etmeyen kişi menzile gitmez / Cahile bin söylesen biri kâr etmez / Gerçeğin sohbeti yeke yek olur.”

Âşık Veysel’in 50. ölüm yıl dönümü: Türkçeyi Sivas halısı gibi işledi - Resim : 2

‘SİZ GÖRÜYORSUNUZ YA?’

Çocukluğundan hatırladığı bir ara baktığı ayna. Gözlerinin güzelliğini met ederlermiş. Hatta 'güneşi tut' bile derlermiş. “Güneşin camdan içeri girince kıvılcımlar onyadığını görürdüm” diyerek gönül gözünün açıklığını anlatır. Kocatürk'ün “Âşık, bu manzara çok güzel, ama sen göremiyorsun?” şeklindeki sorusuna “Siz görüyorsunuz ya! Bana da naklediyorsunuz; bu yeter! Şimdi birazdan buradan ayrılacaksınız; bu güzel dediğiniz manzara da gözünüzden kaybolacak. Benim ki daha evvelden kaybolmuş; ne çıkar! Evet, insan arzu eder görmek! Fakat iç dünyası daha güzel! Dış dünya kapanmayınca iç dünya açılmıyor!” yanıtını verir. “Senin dış dünyan olsaydı, iç dünyan açılmayacak mıydı?” sorusuna ise “Cahil bir adamdan çiftçi olacaktım! O zaman iç dünyam açılmayacaktı. Şimdi, şu söğüdün altında oturamayacaktım.” der.

ATATÜRK İLE GÖRÜŞME

Âşık Veysel, Atatürk'le tanışma meselesini ise şöyle anlatır: “Atatürk'le görüşmek kısmet olmadı. 10. yıl dönümünün baharında ilk defa Ankara'ya geldim. Görüşmek istiyorum, fakat bir türlü imkânını bulamadım. Bir şiir yazmıştım: “Atatürk'tür Türkiye'yi kurtaran/Çekti kılıcını çıktı meydana/Sinesini hedef etti düşmana/Ölmüşken vatanı getirdi cana.”

Bunu söylemek arzusuyla geldim. Kısmet olup yanaşamadık. Gittik memlekete. Bu şiiri sazla ilk olarak radyoda söyledim. Gazi, Dolmabahçe Sarayı'nda dinlemiş. Radyoya telefon etmiş, 'Âşığı bize gönderin.' demiş. O gece İstanbul'u aramışlar; beni bulamamışlar. Sabah saz elimizde gittik Dolmabahçe Sarayı'na. Yaveri gördüm, 'Gazi akşam beni aramış.' dedim. Yaver, 'Malûm, o bir keyif zamanı idi; şimdi mesai zamanı.' dedi. 'Siz adresinizi verin, biz sizi buluruz!' Ne o bizi buldu, ne biz onu bulduk, geçti gitti. Birçok söylenti var. Atatürk, “Âşıkı çok sevdim, kendisine bildirin!” demiş. (Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk Çizgisinde Geçmişten Geleceğe, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2005, s. 252-259.)

Âşık Veysel’in 50. ölüm yıl dönümü: Türkçeyi Sivas halısı gibi işledi - Resim : 3

AŞKIN YAŞI OLUR MU?

Tahsin Kutsi Makal lise öğrencisi iken, Denizli'ye 13 Nisan 1956 günü gelen Aşık Veysel ile tanışır. Konferansını dinler. Onu, yazdığı kitabında şöyle değerlendirir: “Âşık Veysel halk şiirini sevdiren adamdır. Kendine has deyiş ve karakteristik sesi ile, kendisine ve daha önceki halk şairlerine ait şiirleri radyolarda okuya okuya, bıkkınlık veren şehirli edebiyatını yenmiştir. Şimdi Âşık Veysel'in tezenesini vuruşunu tanımayan, sesine kulak vermeyen yok gibidir. Âşık Veysel, Cumhuriyet'ten sonra başlayan Türkün kendine dönüşü hareketine halkın iç zenginliğini katmıştır. Veysel sanat adamı olmak, halk adamı olmak, halkın tercümanı olmak dışında politikaya ve ideolojiye teslim olmamıştır.” (Tahir Kutsi Makal, Âşık Veysel Hayatı Sanatı ve Şiirleri, 1969, s.38-39.)

Yazar Yavuz Bülent Bakiler Ankara'da üniversite öğrencisi iken de sohbet etme imkânı bulur. Onu şöyle anlatır: “Veysel kucaklayan, kaynaştıran, seven, sevdiren bir şairimizdir. Veysel Aleviliği gerçek yüzüyle ve inceliğiyle bilen bir gönül adamıdır." (Bakiler, s.22-23.)

Bakiler, Veysel'in ayrım yapanlar için şunları söylediğini aktarır: “Şimdi biz de kökümüzden, doğrudan koptukça bir kuru çalıya benziyoruz. Kökten bittikçe yeşerip meyve veriyoruz. Benim görüşüme göre, cahil adam bir kuru çalı gibidir. Yalnız şurada hep cahil Alevileri yere vurdum. Gel doğru oturup doğru konuşalım şimdi. Peki ya cahil Sünniler! Onlar pir-ü pak mı yani? Ben diyorum ki, nerede fitne varsa, nerede cahillik varsa, orada onu tepelemek gerek. Ateşi her iki cahiller, türlü ayrılıklar meydana getiriyorlar. Velhasıl cahillik ifritleri, menfaat farfarasının memesine yapışmışlar. Sömürüp duruyorlar. Olan millete oluyor değil mi? (...) Ben bir çile adamıyım! Düşmanın topundan, tüfeğinden değil, anamızdan emdiğimiz sütü bile burnumuzdan getiren cahillerden korkuyorum.” (Age., s.27-28.)

Bakiler, kitabının sonunda onu şöyle anlatır: “Âşık Veysel, ömrü boyunca 157 şiir yazdı. İlk şiirini 1933 yılında, Cumhuriyetimizin ilânında 10. yıl dönümü dolayısıyla söylediğine göre 1933-1973 tarihleri arasında, yılda ortalama 4 şiirle kozasını ördü. Az fakat öz söyledi.

Bir yazımda, Âşık Veysel Türkçemizin sütünü sağdı, demiştim. Kültürümüzün en canlı kaynaklarından biri olan Türkçe onun şiirlerinde al baharlı yaylalar gibi güzel, canlı ve huzur vericidir. Âşık Veysel milletimizin dilini, bir Sivas halısı dokur gibi işleyerek, şiirlerini güzelleştirdi. Aşkını, şevkini, sevincini, üzüntüsünü Türkçe yazdı. Hiçbir yapmacığa kapılmadan, hiçbir taassuba girmeden, daima övündüğü milletin diliyle ortaya koydu. Onun aruz vezniyle yazılmış tek şiiri yoktur. Bir halk şairi olduğu için, serbest vezinle yazması da ondan beklenemezdi.”

Âşık'ı meşhur dizeleriyle analım: “Veysel gider adı kalır / Dostlar beni hatırlasın!”

Seni unutur mu bu topraklar...

Aşık Veysel