Asıl kıyamet siyasette -(TAMAMI)
Maya takvimine göre 21 Aralık saat 13:11’de kıyamet kopacaktı! Halbuki Başbakan Erdoğan Şeb-i Arus törenleri için gittiği Konya’da söylediği bir cümleyle “ Siyasi kıyameti” koparmıştı bile...
Başbakan Konya’da dedi ki: “ Kuvvetler ayrılığı denilen o olay var ya... İşte o engel olarak karşımıza çıkıyor” Bu sözleri geçmişte söyleyenleri de anımsarım. Özellikle Danıştay’ın tedbir niteliğindeki yürütmeyi durdurma kararları iktidarları çok sıkıntıya sokardı ama hiçbir iktidar Danıştay’ı yok saymayı düşünmemişti. İşte o “Kuvvetleri ayrılığı” denilen “olay” yüzünden. Galiba Başbakan tartışma yaratarak nabız yoklamakta denirse daha ılımlı bir tanı sayılacak!
Başbakan’ın ‘o olay’ dediği “Kuvvetler ayrılığı ilkesi“ devleti ve rejimi demokratikleştirme de rol oynayan en önemli ilkedir ve 1789 Fransa devriminin anahtarı olmuştur.
Kıyamet koptu.
Diktatörlük hevesi mi?
Kıyamet kopunca Başbakan’ın; her dediğinde keramet bulan bendeler, hukuk allameleri, Başbakan’ın sözlerinin ne kadar yanlış algılandığını ifade etseler de, para etmedi ve iş Erdoğan’ın “Diktatörlük” hevesini gündeme getirdi.
Tartışma devam ederken Başbakan Cuma günü kendi kontrolünde olan ve aynı iş adamının sahibi bulunduğu Star ve NTV ortak yayınında - muhtemelen kendisinin onayladığı gazetecilerle” konuşmak zorunda kaldı. Eski TRT’ci ve yeni yandaş Oğuz Haksever’in moderatörlüğündeki programa gazeteci olarak sevgili meslektaşım ve entelektüelliğine, siyaset bilgisine ne denli hakim olduğunu bildiğim Mehmet Barlas Star TV’den Nazlı Öztarhan, NTV’den Nermin Yurteri katıldı. Konu açıldı ve Başbakan partisinin kuvvetler ayrılığı prensibine bağlı bir parti olduğunu söyleyerek meselenin içinden çıkmak istedi. Bereket Oğuz Haksever vardı ve konuyu acele değiştirdi.
Yani Türkiye’nin rejim meselesi olan konu böylece hala kafalarda tartışılıyor.
Örtülü rekabet su yüzüne çıktı
Cumhurbaşkanlığı seçimi için Abdullah Gül ve ille de oraya çıkmak tutkusu içinde bulunan Erdoğan arasındaki örtülü rekabet bu konuyla daha da su yüzüne çıktı. Cumhurbaşkanı Gül “-Kuvvetler ayrılığı olmayan bir ülkede demokrasiden söz edilemez” anlamına gelebilecek diplomatik bir üslupla Başbakan’la aynı fikirde olmadığını ifade etti. İşte asıl kıyamet zirvedeki bu örtülü rekabetten doğmuşa benziyor. Sayın Gül İngilizler’in çok ülkeye siyaset adamı olarak yetiştirdiği Exeter’de okumuş Montesqieu’yü de, Jean Jacques Rousseau’yu da ve demokrasilerin Monarşiden ayrılan yönlerini bilmekte. Sayın Başbakan imam hatip kültürüyle yoğrulmuş etrafındaki sahte yol göstericilerin, kahve dövücünün hınk deyicilerinin telkinlerine itibar eden iyi bir hatiptir. Söyleniyor ki; Başbakan her dediğinin bir emir olmasını arzulamakta. Bu siyasetçinin en tehlikeli macerasıdır. Talihsiz Menderes bile, Başbakan’ın kuvvetler ayrılığıprensibine asla böyle yaklaşmamıştı.
Tüm bunlar olup biterken geçmişte hayli ün yapmış ODTÜ ayağa kalktı ve Başbakan’ı etti. Polis biber gazı ve coplarla gösteriye karıştı, 10 öğrenci gözaltına alınınca bir üçüncü kıyamet işareti daha belirgin hale geldi. Türkiye’nin hemen her tarafında savaş karşıtı mitingler, Kubilay’ı anma törenleri büyük kalabalıkların çekim merkezi haline gelince Türkiye yönetilemez bir ülke haline geldi mi, gelmedi mi? Türkiye’de insan hak ve özgürlükleri var mı? Medya korkmadan yazıp konuşabiliyor mu? Silivri’de gazeteci sayısı yüzleri aştı mı, aşmadı mı? Yargı siyasete bağımlı mı, bağımsız mı? Yüce Divan görevi yapan Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlar Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasındaki hüküm nedeniyle hukukçular tarafından bir emsal teşkil ediyor mu etmiyor mu? Bu kararlar mahkemeleri bağlar mı bağlamaz mı? Balyoz ve Ergenekon tutuklularının geçerli olmayan kanıtlarla karar verdiği ve de çöküp çökmediği tartışma konusu mu, değil mi?
Ve sonuç olarak ülkemizde yaşanan rejimin adı “Kuvvetler ayrılığına dayanan parlamenter demokrasi mi, yoksa değil mi?