11 Ocak 2025 Cumartesi
İstanbul 12°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Asıl tehlike ‘İdare-i Maslahatçılık’-(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

Gazi Mustafa Kemal Atatürk yaşam felsefesinde önemli bir tehlikeyi şöyle tanımlamıştı:

“-İdare-i maslahatçılar asla devrim yapamazlar.”

Bu sözün doğruluğunu kanıtlayan tarih çizelgesinde devrim adını alan hareketlerin tek bir ortak yanı vardır: Halkla bütünleşmek, milliyetçiliği benimsemek bizim için Atatürk devrimciliğinden kopmamak. Ülkemiz, İsmet Paşa’nın 1945’ten sonra başlattığı “ Tek partiden çok partiye” geçiş sürecinde Türk devrimcileri birinci ve ikinci Meşrutiyet’le (1876-1908) başlayan, 1920’de Cumhuriyetle taçlanan, 1930’lu yıllarda çizgisinden hiç sapmayan devrimsel bir süreci yaşadı. İsmet Paşa’nın 1945’ten sonraki politikası çok partili, Batılı hayat tarzını hedefleyen ancak 1938’e dek devam eden süreci sadece koruyan fakat Atatürk’ün sürekli devrim ideolojisinden sapan bir manzarayla bizi karşılaştırdı. Silivri’de çilehanede bulunan sevgili Doğu Perinçek bir mektubunda bu durumu, yani 1945’ten sonraki durumu şöyle anlatıyor:

“Halkçılar, milliyetçiliği ( bağımsızlık anlamıyla) terk etti. Milliyetçiler, halkçılığı terk etti. Sosyalistlerin bazıları çeşitli ters cereyanlarla Atatürk devrimciliğinden koparıldı. Oysa halkçılık-milliyetçilik-devrimcilik birbirini tamamlıyor. Elbette Devletçilik ve laiklikle birlikte.

Altı ok, bir icat değil. Namık Kemal’lerden bu yana Türk Devrimi’nin çok zengin pratiği içinde oluşmuş evrensel bir program. Sınanmış, denenmiş, büyük zafer kazanmış mucize değerinde başarılar var. Bugün Çin, Hindistan, Brezilya, Vietnam, Venezuella üç aşağı beş yukarı, kendi koşullarında altı ok programıyla büyük başarılar kazanıyorlar. ‘Modası geçen program değil, dünyanın yükselen geçerli programı altı ok’ .

Şu an Türkiye bir fırsat döneminde.”

Ve Perinçek ekliyor: “Tehlike düzen içinde kalmaktır. İdare-i maslahatçılıktır; devrimci tavırlardan ürkmektir.”

Buna bir ekleme yapalım. Herkes bilsin ki; “Devrimci tavır kendini büyütür, milleti toplar ve milletin oyunu da alır.”

Dahası sorun içi boşalan yozlaşmış demokrasinin içini doldurmak ve dağılan güçleri birleştirmek, büyük bir hareket yaratmaktır. O hareket hiç kuşkunuz olmasın ki; önderini de hızla bulacaktır. Mesele bu hareketin hızını kesecek etki ve önerilerden, idare-i maslahatçılıktan sakınmak hatta uzak durmaktır.

Şimdi Neredeyiz?

Geçen hafta Pazar günü Sayın Cindoruk, İstanbul Barosu Başkanı Sayın Kocasakal, İP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Mehmet Cengiz sloganı şöyle açıkladılar: “Atatürk’te birleştik!” Ne anlamlı bir söz..

Atatürk’te birleşmek ne demek?

İdare-i maslahatçı CHP’de hatta radikal MHP’de eski ve yeni DP’de İP ve diğer sol partilerde Kürt yurttaşlarımızı da içine alan bir büyük mutabakatı gerçekleştirerek Atatürk devrimlerinin bırakıldığı yerden yeniden sürekliliğini sağlamak. Atatürkçü tüm güçler, işçi hareketinin tüm öncüleri, köylülerimiz, esnaf ve sanatkârlarımız ve ulusal sanayici tüccarımız bir araya gelerek, bu karabasan tablosundan, bu dış reçeteli politikadan hızla koparak bu demokratik hareketi zaman kaybetmeden gerçekleştirmek yükümlülüğünü idrak zamanı gelmiştir. Bugüne kadar başımıza gelen en kötü şey siyasi partilerde egemen olan lider sultasının topluma disiplin adı altında yutturulması değil midir? O lider sultası değil midir ki, Atatürk devrimlerini tasfiye hareketi içindedir. O lider sultası Suriye çıkarmasının getireceği acıları hiç hesaba katmadan savaş davullarını yabancı tokmaklarla çaldırmaktadır. O lider sultası değil midir ki sıcak para diktasını egemen kılmakta, Cumhuriyet yıkıcılığını körüklemektedir.

Şimdi bize düşen 1980 yılının 12 Eylül’ünden ve 2002’nin geride bıraktığı hasarı onaracak bir büyük ve ulusal mutabakatı sağlamak olmalıdır. Bilelim ki: Atatürk devrimlerini hangi yolla olursa olsun yozlaştırınca, o çabaların önü alınmadıkça ne ulusal devlet kalıyor ne vatan ne de çağdaş toplum.

O halde ulusal bir demokratik direnişi yaratacak unsurları tez elden Cumhuriyetin ve rejimin “korunması ve kollanması” için bir araya getirmenin zamanı hâlâ gelmedi mi?