Aşiret devleti gibi
AKP iktidarı sayesinde çok ciddi devlet geleneği olan Türkiye Cumhuriyeti, aşiret devletine dönüştürülüyor. Geçen Cuma günü bunun yeni bir örneğini, Tayyip Erdoğan’ın Yozgat Bozok Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada yaşadık.
Tayyip Erdoğan’ın gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün duruşmasını izlemeye giden başkonsoloslara yönelik sözleri, devlet geleneği olan bir ülke Cumhurbaşkanı’ndan ziyade aşiret reisi düzeyindeydi.
Tayyip Erdoğan Başkonsoloslara “...Siz kimsiniz ya, sizin ne işiniz var orada. Yani diplomasinin de bir adabı var. Burası senin ülken değil, burası Türkiye. Sen konsolosluk binası ve sınırları içinde hareket edebilirsin. Diğerleri izne tabiidir” diyerek yüklendi.
Bu konuşma neresinden alırsanız alın, gerek seçilen muhataplar açısından ve gerekse de içerik olarak, yani hukuken de yanlıştı.
Yabancı devlet temsilcilerinin kendi vatandaşlarını ilgilendirmeyen davalara izleyici olarak katılmaları elbette hoş karşılanacak bir durum değildir.
Hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı evrensel insan hakları olduğundan ve 13 yıllık AKP iktidarı döneminde de bu değerlerin ağır hasar gördüğü, haklı kanaati dünya genelinde yaygın kanı haline gelmişse, başkonsolosların bu davayı takip etmelerini yadırgamamak gerekir.
Ülkemizi yönetenlerin yapmaları gereken ise, bu olumsuz yargıyı giderecek önlemleri almalarıdır.
İTİBAR KAYBI
Ciddi devlet, görevi dışında faaliyetlerde bulunduğunu düşündüğü yabancı konsolosluk temsilcileri hakkında “istenmeyen kişi, (persona non grata) işlemi yapar ve ülkeden çıkartır.
Cumhurbaşkanları, devlet başkanları başkonsolosları muhatap almazlar ve onları ulu orta azarlamazlar. Azarlayıp da gereği yapılmaz ise, yani “istenmeyen kişi” ilan edilmezse, bu kez de bağıran, azarlayan Cumhurbaşkanı açısından ağır bir itibar kaybı söz konusu olur.
Siyaset adamlarının hepsinin hukukçu olmak zorunluluğu elbette yoktur. Ancak siyasete girildiği andan itibaren de hukuka uygun davranmak ve konuşmak zorunluluğu vardır.
Bu nedenle başkonsolosların davaları izlemelerinin görevleri arasında bulunmadığını iddia etmek de uluslararası hukuk bakımından da doğru değildir.
1963 Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 5. maddesine göre; konsolos, bağlı bulunduğu devlet tarafından kendisine verilen ve kabul eden devlet kanun ve düzenlemelerinin yasaklamadığı veya bu devletin karşı çıkmadığı görevleri de yapar. Yani bizim yasalarımız yasaklamamışsa, ki böyle bir yasak söz konusu değildir, yabancı konsolosluk temsilcilerinin dava izlemelerinde uluslararası hukuka aykırı bir durum da yoktur.
Elbette Cumhurbaşkanları her şeyi bilmek durumunda değillerdir, işte danışmanlar böyle işler ve zamanlar için vardırlar.
Konuşmalarını hazırlayanlar bu tür basit sıradan yanlışlar yapmazlar, yapmamaları gerekir.
Tabii bunun ön şartı danışmanlığın çok ciddi bir görev olduğunu kabul ederek, liyakat sahibi insanların o görevlere seçilmeleri gerekir.
Sırf eş dost, “benim yandaşım” diye işe yaramayan onlarca danışman seçerseniz, bu tür yanlışlar da kaçınılmaz olur.