Yandex
16 Mart 2025 Pazar
İstanbul 17°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Aşk, ölüm, tutku, dostluk ve kıskançlık üzerine bir anlatı: Hazlar ve Günler

Bahri Doğukan Şahin

Bahri Doğukan Şahin

Site Yazarı

A+ A-

Aşk, ölüm, tutku, dostluk ve kıskançlık üzerine bir anlatı: Hazlar ve Günler - Resim : 1

“Bizi mutlu eden insanlara minnet duyalım; onlar ruhumuza çiçek açtıran sevimli bahçıvanlardır.”

Fransız Edebiyatı dendiğinde akla ilk gelen yazarlardan biri olan Marcel Proust, 10 Temmuz 1871’de Auteuil’de doğdu. 1890’da Hukuk Fakültesi’ne ve Siyasal Bilgiler Okulu’na kaydolan Proust’un aynı zamanda edebiyata ilgisi vardı. Arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Le Banquet dergisinde edebiyat eleştirileri kaleme aldı. Kayıp Zamanın İzinde’nin ilk kitabına eskiz olacak “Swann’ın Bir Aşkı”nın ilk tohumlarını 1893’te yazdı. 1894’te başlayan başta Fransa olmak üzere Avrupa'yı sarsan Dreyfus olayı 1898’e gelindiğinde epey büyüdü. Dreyfus yanlılarını destekleyen Proust, magnum opus’u olarak adlandırılan ve 1908’de yazmaya başladığı Kayıp Zamanın İzinde serisinde de bu olaya fazlasıyla değindi.

1895’te Felsefe diplomasını aldı. Marcel Proust, tüm hayatını etkileyecek olan astım kriziyle yaşıyordu. İlk krizi 1881’de geçiren yazar uzun yıllar eve kapanarak eserlerini yazdı. Bronşit krizi geçiren Proust’un sağlığı kötüye gitti. Zatürreye çeviren hastalık nedeniyle 18 Kasım 1922’de hayatını kaybetti. Büyük eserinin son 3 cildi ise (Mahpus, Albertine Kayıp, Yakalanan Zaman) ölümünden sonra basıldı.

“Hayat bizi amansızca sıkıştıran, hiç durmadan ruhumuzu acıtan zorlu bir iştir.”

Aşk, ölüm, tutku, dostluk ve kıskançlık üzerine bir anlatı: Hazlar ve Günler - Resim : 2

Kitap Anatole France’ın kısa önsözüyle açılıyor. “Kendi kendini tavsiye ediyor, kendini anlatıyor ve kendine rağmen kendini sunuyor” diyor Proust için France. Hazlar ve Günler içinse şöyle söylüyor: “Ciddi Hesiodos Helikon’un keçi çobanlarına İşler ve Günler’i anlatmıştı. (…) Hazlar ve Günler’i bizim yüksek sosyete erkekleriyle kadınlarına anlatmak daha hüzünlü bir iş. Genç dostumuzun kitabındaki bezgin tebessümler ve yorgunluk halleri de güzellikten ve asaletten yoksun değil."

Marcel Proust’un henüz Kayıp Zamanın İzinde’yi yazmadan önce kaleme aldığı Hazlar ve Günler, yazarın başyapıtına giden yolda attığı en sağlam adım olarak nitelendirilir. Elbette bunun sebebi içinde her şeyden bir tutam olmasıdır. Proust’un senelerce zihninde dolandırıp durduğu, daha fazla geliştirdiği pek çok konu ve fikrin adeta bir önsözü niteliğinde karşımıza çıktığı Hazlar ve Günler aslında ne bir roman, ne hikaye, ne şiir, ne felsefe ne deneme ne de düşünce kitabıdır. Hepsinden biraz olsa da hiçbiri değildir. Tam olarak bir Marcel Proust eseridir, bunu Proust okurları anlayacaktır. Henüz Proust hakkında bir fikri olmayanlar için de aslında başlangıç için ideal bir kitaptır. Kayıp Zamanın İzinde’yi okumuş ve yeniden okumak için belli bir zaman geçmesini bekleyen okurların Proust’u özlediklerinde okuduğu, henüz yazarla tanışmamış olan kişilerin ise yazardan daha fazla eser okumak isteyeceği mini bir başyapıttır Hazlar ve Günler.

“Henüz aşkı tanımıyordu. Kısa bir süre sonra aşk acısını tattı, ki bu da aşkla tanışmanın tek yoludur.”

Aşk, ölüm, tutku, dostluk ve kıskançlık üzerine bir anlatı: Hazlar ve Günler - Resim : 3

Eserde Proust’un nev-i şahsına münhasır konularından biri olan sosyete hayatı gelir elbette. Paris’in sosyetesi çeşitli öyküler ve karakterler üzerinden eleştirilir. Kıskançlık, aşk, hayal, ölüm, tutku, dostluk, ihanet gibi evrensel temalar çerçevesinde bir anlatıya imza atan Proust, “usul usul edebiyat” yapıyor. Uzun ve dolambaçlı cümleleriyle aslında karmaşık bir zemin yaratsa da nihayetinde okurken büyük bir haz verdiğini de söylemek gerekiyor.

Dünya tarihi, Fransa tarihi, edebiyat, mitoloji, müzik, siyaset, psikoloji ve sosyoloji gibi pek çok konuda bütün entelektüel birikimini ortaya koyan Proust’un aynı zamanda mizahi bir dili olduğunu da belirtmek gerek. Bu ilk kitabındaki kısa kısa anlatılarda bunu gözlemlemek mümkün.

“Hayata öyle çok taahhütte bulunuruz ki, bir an gelir, hepsini yerine getirmeye gücümüz kalmadığını hisseder, mezarlara döneriz…”

Aşkla tanışmanın en iyi yolunun aşk acısı olduğunu da söylüyor Proust ve büyük eserinde aşk hakkında söyleyeceği binlerce cümlenin öncesinde bu kitapta bir girizgah yapıyor. Ölüm ve kıskançlık temalarına getirdiği bakış açıları da görülmeye değer tabii ki. Şaheser niteliğindeki cümleleriyle akıllardan uzun süre çıkmayacak bir işe imza atıyor Proust.

Ölüm kavramının insanlar üzerindeki etkisini anılar üzerinden anlattığı kısımda ölümün bir son değil aynı zamanda birçok insan için farklı anlamlara da geldiğini aktarıyor. Geçmişin hatırlanması fikri ise daha sonra büyük eserinde genişleteceği bir başka temalardan biri olarak eserde öne çıkıyor. Kimi karakterleri üzerinden sosyete eleştirisine de imza atan Proust, sosyete dünyasının yüzeyselliğine dikkat çekiyor. Sosyete hayatını ışıltılı bir hayatın içindeki yalnızlık olarak vurguluyor.

“Ölülerin ardından ağlar, onları daha da çok sever, geride bıraktıkları, bizi sık sık mezar başlarına sürükleyen büyünün karşı konulmaz cazibesine uzun süre maruz kalırız.”

Özetle, edebiyat denen kavramı bulunduğu noktadan alarak daha ileri taşıyan ve bayrağı henüz kimsenin basmadığı yerlere diken bir başarıda kaleme alıyor eserini Proust. Kendisi pek çok edebiyat devinin omuzlarına basarak yükselse de, kendisinden sonraki edebiyat tarihinde yükselecek her deve de omuz görevi görüyor. Zira Proust okumadan edebiyat yapmak da edebiyat okuru olmak da son derece eksik olacaktır.

Her ne kadar Kayıp Zamanın İzinde'deki kadar olmasa da, bu eserinde de felsefi bir zemin üzerine inşa ettiği kurgularıyla nitelikli bir esere imza atıyor Proust ve bunu 20'li yaşlarının hemen başında yapıyor. Edebiyat çevrelerinde giderek artacak olan popülaritesinin tohumlarının ekildiği Hazlar ve Günler okurlara bir edebiyat şöleni vaat ediyor.

Son olarak eserin çevirisini de değinmek gerekiyor. Fransızcadan tercümesiyle Roza Hakmen eşsiz bir işe imza atıyor. Kayıp Zamanın İzinde serisindeki çevirisiyle de adından söz ettiren Hakmen'in çok zor bir işin altından kalktığını ve hakkını verdiğini ifade etmek gerekir. Zor bir çeviri ne kadar kolay gösterilebilirse işte o kadar kolay gösteriyor ve duru Türkçesi ile Marcel Proust'u Türk okurlar için daha okunaklı kılıyor.

Keyifli okumalar dilerim.

“Gelecekteki bir an şimdiki zaman olur olmaz bütün büyüsünü yitirir; ne var ki ruhumuz yeterince genişse ve perspektifleri iyi ayarlanmışsa onu arkamızda bıraktığımızda, hafızaya doğru yol alırken yine eski büyüsünü kazanır.”
Edebiyat
Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız