29 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Askerin vesayeti, dinin vesayeti (5) -(TAMAMI)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

27 Aralık 2012 günü yayınlanan “Ne vesayet ne de hacr” başlıklı yazımda konuyla ilgili tanımları sözlüklere bakarak vermiştim:

Vasî : Bir yetimin ya da akılca zayıf birinin malını, mülkünü yöneten kimse. Ölen birinin vasiyetini yerine getiren kimse.

Vasiyyet: Bir kimsenin öldükten sonra yapılmasını istediği şey.

Vesâyet: Vasîlik, vasîlik yapma..

***

Hacr (Hacir): Kısıt, kısıtlılık, hacir altına almak.

Mahcur: Kısıtlanmış, kısıt altına alınmış, hacir (hacr) altına alınmış. . Hacz olunmuş, haciz altına alınmış.

Kısıtlamak: Önceden verilmiş hakların kaldırılması; bir kimsenin haklarını, özgürlüğünü, mallarını kullanmasını yasal yolla yasaklamak.

Hangisi doğru?

Günümüzdeki kullanım tarz ve alanlara bakacak olursak: “Askerin vesayeti” belki doğru olabilir. Ama din söz konusu olunca, müdahale vesayet boyutlarını aşıp “hacr” düzeyine varıyor.

Örneğin, Milli Gazete yazarı Mehmet Şevki Eygi birçok yazısında olduğu gibi (tarihini bulamadığım) “İslam Medreseleri Açılmalıdır” adlı yazısında şöyle buyuruyor:

“Bu medreselerde, kapatıldıkları zamanda ne okutuluyorsa o dersler okutulacaktır. Fazlası da olacaktır. Bu medreselerden yeni Şeyhülislam Mustafa Sabri’ler, yeni Düzceli Zahid el Kevserî’ler, yeni Elmalılı Hamdi Efendi’ler, yeni Gazalî’ler yetişecektir. Bu medreselerin üstün ve parlak mezunları Arapça kitaplar telif edecektir.”

Bu birkaç satır bile İslamcıların milleti vesayet altına almaktan öte, Cumhuriyet öncesinde olduğu gibi “hacr” altına alma konusunda ne kadar kararlı olduklarını gösteriyor.

Yakında Osmanlı medreselerinin ilkellik düzeylerini betimleyecek yazılar yazacağım ama şimdilik şu birkaç satırdaki korkunç niyete değineceğim:

Osmanlı medreselerinde son yıllarda, ilim niyetine sadece dinle ilgili bilgiler veriliyordu. Özellikle Rönesans’tan ve Aydınlanma’dan sonra “müsbet ilim” alanında meydana gelen yeniliklere ve düşüncelere, fen ve teknik alanlarında yapılan keşiflere yer verilmiyordu. Tarih sadece İslam tarihi idi. Coğrafya, edebiyat, felsefe okutulmuyordu. Matematik, fizik, kimya, modern astronomi, kısacası o dönemde çağdaş ülkelerde okutulan hiçbir konuya yer verilmiyordu. Bunun sonucu olarak cahil ve yobaz softalar yetiştiriliyordu. Bu medreselerden çıkan din adamları Osmanlı padişahlarının öngördükleri askeri ve sivil bütün yeniliklere karşı çıkıyor, bazen bununla yetinmeyip isyan ediyorlardı. Osmanlı tarihi bunun örnekleriyle doludur.

Örnek kişilikler

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi: 1869 yılında Tokat’ta doğdu. 1954’te Mısır’da öldü. Osmanlı Mebusan Meclisi mebusu idi. Vahdettin’e Sèvres anlaşmasının kabul edilmesini tavsiye eden Meclis-i Âlî’nin üyeleri arasındaydı. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı. 1913 yılında bir hükümet darbesi hazırlığına katıldığı için Romanya’ya kaçtı. Mahmut Şevket Paşa suikastinin arkasında yer aldı. Teal-i İslam Cemiyeti’nin kurucularındandır. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kuruluşuna öncülük etti. Hazırladığı Kuvvayi Milliye karşıtı bildiri 25 Eylül 1919’da gazetelerde yayınlandı, uçaklardan atıldı. Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’in idam fetvasını verdi. 11 Nisan 1920‘de aralarında Mustafa Kemal Paşa’nın bulunduğu milliyetçiler hakkında ölüm fetvası verdi.

Kurtuluştan sonra, ailesini yanına alarak, İngilizlerin yardımıyla Mısır’a kaçtı ve orada öldü.

Mustafa Sabri’nin bir şiiri: Cumhuriyet devrimlerini lanetleyen ve Kuran’ın Türkçeye tercüme edilmesine karşı çıkan bu muhterem zat,Yunanistan’da çıkardığı Yarın gazetesinde yayınladığı bir şiirinde Türklük’ten istifa etmiştir:

“Yalnız Müslüman ve insan / Olarak kalmak üzere, Türklükten, / Şeref ve izzetimle istifa ediyorum Allah’ın huzurunda!... // Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme / Beni Türk milletinden addetme.”

Mustafa Sabri’den düşünceler: Kendi deyişiyle “Dinsiz Kemalist rejim”in, Türklerin başına gelen en büyük felaket olduğu inancından ölünceye kadar vazgeçmedi:

“Yani bütün hareketlerini hilafet makamına hizmet şeklinde göstermiş iken, nasıl kahbelik ve hayasızlıktır ki hilafetin en çirkin tezyif ve tahkirler altında birden bire ilgisına cesaret etmiştir.”

Kim yapmıştır bu işi? Mustafa Kemal!

“İki paralık Mustafa Kemal kuvvetinin baskısına boyun eğerek İngilizlerin, Fransızların ve sair devletlerin İstanbul’dan çekip gitmelerini ancak Kemalistlerin idam ettiği Türk aklı kabul edebilir.”

(Bu herzeler, Sadık Albayrak’ın hazırladığı “Mustafa Sabri, Hilafet ve Kemalizm” adlı kitapta yer alıyormuş.)

Düzceli Zahid El Kevserî (1879-1951). Mustafa Sabri türünden biri. 1922 yılında İstanbul’dan ayrılarak Mısır’a göçtü. Önce Kahire’ye yerleştiyse de kısa bir zaman sonra Şam’a gitti. Bir süre Şam’da kaldıktan sonra tekrar Kahire’ye döndü. Bu ikinci gelişten sonra ailesini de yanına alarak Kahire’ye yerleşti.

Elmalılı Hamdi Efendi (1878-1942): Epeyce karışık biri.

Gazali’nin İslam’ın içine girdiği çıkmazın baş sorumlusu olduğu bilinen bir gerçek.

***

Mehmet Şevki Eygi’nin, medreselerinin yeniden açılması durumunda, yetiştireceği insanlar bu türden Cumhuriyet düşmanı mürteciler olacak kuşkusuz. Ancak, “Bu medreselerin üstün ve parlak mezunları Arapça kitaplar telif edecektir” iddiasının hiçbir sağlam dayanağı yok. Çünkü Kâtip Çelebi dışında düzgün Arapça ile yazmış bir tek âlim olmadığı söylenir ki onun da Arapçası hatasız değilmiş.

Din hacri bu türden insanların sultası altında yaşandı. Bu düzeni şimdi tekrar kurumak istiyorlar. Başkanlık döneminde heykellerinin dikileceği tahmin olunabilir.