26 Kasım 2024 Salı
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Asya Çağı Şiir Manifestosu 3: Büyük İnsanlığın Şairlerine Çağrı!

Hüseyin Haydar

Hüseyin Haydar

Gazete Yazarı

A+ A-

Louis-Napoléon Bonaparte'ın  Cumhuriyeti rafa kaldıran 2 Aralık 1851 darbesine direnen büyük şair Victor Hugo tutuklandı ve sürgüne gönderildi. Fransız ruhunun devrimci romantik temsilcisi Hugo, mücadelesine sürgünde devam etti. Şiirleriyle kralcı, feodal zorbalığı sarstı. Namık Kemal de II. Abdülhamit’in Kanuni Esasi’yi rafa kaldırmasıyla gelen istibdat rejimine baş kaldırmış ve sürgüne gönderilmişti. Fransız ve Türk şairlerini aynı devrimsel eylem çizgisinde buluşturan yazgının dayandığı tarihsel gerçeklik nedir? Elbette bunu, onların şair karakterlerini besleyen ortak bir vatan ve özgürlük sevgisinde arayabiliriz. Bu “mucize”nin kaynağında ise aynı yüksek yetenek, aynı yüksek vatan sevgisi ve gözünü budaktan sakınmayan aynı yüksek cesaret vardır. Şiir de devrimci şairlerin elinde bir nevi uzun menzilli silahtır. Tarihin içinde hareket eder ve uzak geleceğe uzanır. Öyle ki Namık Kemal, Victor Hugo ve devrimci bütün büyük şairlerin dizelerinin hedefinden insanı kurtaracak bir zırh henüz icat edilememiştir. Şairlerin tarih boyunca uğradıkları zulüm bu yüzdendir. Bu baskılar elbette şairi durduramaz:  Victor Hugo sürgünde bulunduğu İngiltere’nin  Jersey kıyılarında Fransa’yı gören bir kayanın üzerine çıkar ve yüce bir duruşla dizelerini fırlatır.

Ey, Fransa! Sen güçsüzken,

Tiranın önünde yere kapanmışken,

Mezardan türküler yükselir,

Zindandan gelen inlemelere yanıt veren!

(…)

Karamsar sözlerimin çaldığı tehlike çanı,

İnanıyorum uyandıracak bütün vatanı,

Sağlar cevap veremeyince hey hat,

Ölüler kalkacak çağrıma yanıt olarak!

Victor Hugo

>> 'KENDİNDEN DOĞAN'A UMUTSUZLUK İŞLEMEZ

> Demek Anadan şair doğmak yeterli değil, Vatan Anadan şair doğmak da yetersiz kalıyor. Peki Şair, varlığının bütünlüğüne ulaşmak için başka ne yapmalı? Bunu bize Sözün Tarihi gösteriyor: Bir de kendi ruhunun derininden, kendi bedeninden doğacaksın. Yani, kendini kendinden halk edeceksin. “Zanaatların en kanlısı şairlik,” diyen Nazım gibi, sırların sırrına ermek için, “yüreğini yiyeceksin, yedireceksin”. Demek ki, Şaire art arda üç doğum gerek: Ey Şair! İki ölüp üç doğacaksın! Şimdi yüreğini kızıl bir elma gibi sunmaya var mısın? Değilsen ne yola aklın erer, ne yolcuya. İğnenin deliğinden geçsen, han kapısından sığmazsın. Durum budur!

>Tarih boyu insanlığın en kanlı düşmanlarıyla, hayatın en gizli hücrelerinde ölümüne savaşan şiir, değişik biçimlerde, bugün de direnişin her cephesinde savaşıyor. Fakat gel gör ki, şöhret yalaklarında uyuyup kalanların sayısı az değil. Hayatın düşmanlarıyla uzlaşıp halka karşı tavır alan sanatçılar, şairlerin varlığını nasıl açıklayacağız?  Onlar düşman tuzağında karanlık kuyulara dalanlar, korku yorganına sarılıp ruhunu ölüm deryasına salanlar... Bu ne kaçıştır, bu ne uçmaklanma halidir? Nedir bu kendini mutlak, insanlığı muallâk görme bencilliği. Kendi benliğinin derinine giderek, çıkar ırmağının sığ kıyılarında boğulup dışarı atılmaktalar. Bu ne amansız umutsuzluktur ki vebadan, Korona virüsten daha bulaşıcı, daha ölümcül zehriyle Şaire musallat olmuş. Bilinmeyeni kendinde ararken önce kendini bilmen, kendini kendinden doğurman gerekmez mi? “Gerekmez” dersen, emirleri bozkır rüzgâr verecektir, haberin olsun.

>> İKİ ÖLÜP ÜÇ DOĞANIN  GÖREV GÜNÜ

>Ey kendini kendinden doğuran Şair, kopar ayaklarından bencillik bukağılarını. Seni saran kaygıyı kopar, bezginliği kül eyle. Şimdi karar al ve çöz yüreğindeki kara bağları, kendini yiğitliğin adanış namıyla bir daha donat, iddianı bir daha ortaya koy. Ey kendini kendinden halk eden, sür atını devrim boylarına, atalar yolunda dörtnala aş karanlığın bendini, kara günü aydınlık güne devir: Asya Çağı, Şairini görsün gönensin.

> Dünya Vatan Savaşlarının insanlığın gelecek savunmasıyla bütünleştiği meydanlarda ortaya çık. Bir daha atağa kalk ve göster kendini ilmiyle ve ayniyle. Şairlere doğan gün bugündür. İçinde deryalar çalkalanan evrensel bir damla! Hepimiz içinde değil miyiz? Bütün bir 21. Yüzyıl arzularının, atılımlarının, tasarımlarının içine sığdığı şairlerin görev günüdür bu kutlu gün. Okyanusların çalkandığı o evrensel damlanın savunulması işini kime bırakacağız?

> Kurtar yakanı parlatılmış edebi safsatalardan: Azat eyle bilincini cilalı imge yumaklarından, çürümüş ideoloji ağlarından ve kurtar vicdanını eskimiş kuram hurafelerinden. Kuşan silahlarını ve atla rüzgâr kanatlı atına, sür küheylanını sınır boylarına, geç ötelere. Diyor ki Arap dilinin akıncısı Mütenebbi: “Asil atlar ve mızraklar tek başına işe yaramaz, şayet asil atların üzerinde asil bir kişi olmazsa.” Ey iki ölüp üç doğan, vur sen de şiirin kılıcıyla, yarılsın karanlık boydan boya, boşalsın aydınlığın tertemiz imge çağlayanı ve bir daha ışıkla yıkansın kirlenmiş dünya. Sadece bir damla!

> > ULUSLARIN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNDE SÖZ MUCİZESİ

> Bir damla içinde gemi yüzdürebilirsin. Kıyamet orada kopuyor. İstersen bunu başarabilirsin. Çünkü sen, insanlığın yarattığı en büyük mucizeye sahipsin. O mucize Söz’dür. Söz salt ağızdan çıkan anlam yüklü sesler değildir, aynı zamanda canlılığı, hayatta kalmayı sağlayan sonsuz enerji hazneleridir. Söz, insanlığın damarlarından akan büyülü sesin evrensel kanıdır. Büyük İnsanlığın sana armağanı o mucize, senin ana dilindir.

> Şair Ozandır. Ozansa Uz’dur! Evrenin karanlığında toplumların yol bulup yürümesini sağlayan “Uz Söz” erenlere bağışlanmıştır. “Onlar Meleklerin bilmediğini bilendir” dersek, bunu yerli yerince anla. Onlar “Söz ola kese savaşı, söz ola bitire yaşı!” diyen ve bu sözüyle dara giden Yunus soyundandır. Onlar, Şeytanı utandırır ve insanı yaratılmışların en yüce mertebesinde kendi özüyle kutsar. O dil ki hayatta kalma yolunda çileli ağıtların, sevinç çığlıklarının, dayanılmaz acıların boğuşa boğuşa aktığı söz vadilerinden süzüldü, gürleşti, olgunlaştı. Büyük İnsanlığın acılı emeğiyle doğdu, serpilip gelişti, özleşti ve anlamın derin yataklarında bugün, birliğin diline yekiniyor. Ey Şair, dil varlığın sayesinde doğanın en soylu mermerine, en usta keskisine sahipsin. Bir an önce işinin başına geçip ölümsüzlük anıtını yontmaya koyul. Haydi! Milletleri ayağa kaldıracak manevi güç, yine milletlerin vicdanlarını emanet ettikleri şairlerinde değil midir? Ey kendini kendinden doğuran Şair unutma: Söz gücüne hâkim olan varlığa hâkim olur. Sen dilinden ne dilersen dile mahzeninde mevcuttur.

> >BİR İNSAN BİR ULUSTUR

> Haydi, önündeki sıradan olana dokun, ona büyünü yükle, onu sarsarak kendine getir ve onu aş. Şiirinle hastalığı teşhis et, dermanın yerini göster, varlığın ağrısını dindir. Sözün çağlayan ezgisiyle yarayı yıka, baygın hücrelere söz kanı yürüsün, bunu yapabilirsin. Vadesi yeten Şeytan’ın ölüm saldırılarını, can verme sarsıntılarının yıkıcılığını ancak milletlerin kendi rüyalarında biriken “iç zenginlik, iç enerji” önleyebilir. İnsanın içi de ulusunun içinde olgunlaşır, toplumun özüyle dolup boşalır. Öyle değil mi?

> Ulusların iç zenginliği Şairlerin gerçek hazineleri değil midir? Öyledir! Çünkü bir insan bir ulustur. Onlar gerçek varlıklardır ve unutma o varlıkların toplamı aşka bütündür, heptir, hepliktir. İç zenginlik yoksa dış zenginlik boştur elbet, toplamı hiçtir, hiçliktir. Zamanın rüzgârı süpürür götürür. Mal mülk servet para pul kamunundur: Bebek mamasıdır,  loğusa şerbetidir, hayat suyudur. Değilse, insana düşman gücün eline geçmiştir demek ve kurtarılmalıdır. Çalınan neyse, gülün kokusu, çiğdemin rengi ya da “Milletlerin Zenginliği”ni iğneden ipliğe sahibine vereceğiz, o sahip kamudur. İç dünyası boş olanın dış dünyası dolu olur mu hiç? Boş çuval ayakta durabilir mi ki, içi boş insan ayakta durabilsin!

> >GELECEĞE KONUM ATMAK

> Sen imparatorluklar coğrafyasında söz mızrağının elmas ucu değil misin? Birleştirmek, bütünleştirmek senin mayanda var. Küresel kapitalizm yeryüzüne terörü saldı. En kutsal bütünümüz olan uluslara saldırıyor, mazlum milletlerin ruhuna korku ve yılgı yayıyor. Parçayı bütünden, eti kemikten ayırarak kan ve gözyaşı akıtıyor. Bunun için şiddeti örgütledi. Bunun için insan içine korkuyu, yılgıyı saldı. Haydi gel, del zulmün kalın zırhını, zalimin karanlık kalkanını parçala. Bunun için ana dilinin becerisi, bereketi sana yeter. Bireyciyi birliğe çek, yılgıncıyı yıldır, bozguncuyu bozguna uğrat. İşte Şairi evrenden sorumlu kılan hayat kaynağı o kutlu özdür, sana bağışlanan senin benliğinden doğandır. Haydi, sen de insanlığın bağışıklık sistemine ölümsüz şarkını bağışla.

 > Ey Şair, her milletin bağışıklık sisteminin diri ve güçlü olması için sana, senin varlık nedenine iş düşüyor. Ulus Bebeklerin bağışıklık sistemlerinin güçlendirilmesi, manevi güçlerinin uyandırılıp beslenmesi, yiğitleşmesi için şiirin aydınlık iksirine ihtiyaç var. Manevi doku hücrelerinin canlılığını koruyup artırma ihtiyacı ancak “damardan” yapılacak “şiir aşısı” gibi, söz iksirinin gücüyle giderilir. O damar, yine o milletin kendi yarattığı, ulusça var ettiği anadil mucizesidir. Şairin bu yaşamsal görevini bilen Nazım Hikmet, yüz yıl önce, “Kardeşler! / Biz / ayrı dillerde aynı şarkıyı okuyanlar / Biz / aynı yastıkta yatar gibi / toprağa başlarını yan yana koyanlar,” diyerek, dünya Şairlerine ve insanlığın geleceğine konum atıyor! İş sizin buluşma arzunuza kalmış.

DEVAM EDECEK