26 Kasım 2024 Salı
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Asya Çağı Şiir Manifestosu 4: Büyük İnsanlığın Şairlerine Çağrı!

Hüseyin Haydar

Hüseyin Haydar

Gazete Yazarı

A+ A-

“Çocukluğumun caddelerine geri döndüm. (….) Bir ülkeye, ışığı arayan karanlık bir kıtaya döndüm. Eğer bu salonun ışıkları, karaları ve denizleri aşıp, geçmişimi aydınlatırsa, onur, özgürlük ve hayat için mücadele eden Amerika halklarının geleceği de aydınlanacaktır.” Vatansever büyük şair Pablo Neruda, İsveç Bilimler Akademisinde yaptığı 1971 Nobel Ziyafeti konuşmasında bu ifadelere yer verdi. Şair, aldığı ödülün hatırına bir an için de olsa Batı'nın karanlık yüzünü gizleme gereği duymuyor. Latin halklarının emperyalizm tarafından içine gömüldüğü karanlığı imgesel bir dille belirttikten sonra devrimci şair, konuşmasını şu vurguyla bitiriyor: “Teşekkürlerimi sundum ve şimdi çalışmalarıma, biz şairleri bekleyen boş sayfaların başına dönüyorum. O sayfalar ki bizler onları kan ve karanlıkla doldurmalıyız, çünkü şiir ancak kan ve karanlıkla yazılır.”

Halkım ben, parmakla sayılamayan

Sesimde pırıl pırıl bir güç var

Karanlıkta boy atmaya

Sessizliği aşmaya yarayan

Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa

Tohuma dururlar yeniden

 

Ve halk, toprağa gömülü

Tohuma durur bir yerde

Buğday nasıl filizini sürer de

Çıkarsa toprağın üstüne

Güzelim kırmızı elleriyle

Sessizliği burgu gibi deler de

 

Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.

Pablo Neruda

> > ŞAİRİN İDDİASI ŞİİRİN KUTLU İŞLEVİDİR

>Ey Şair, 20. yüzyılın “Kan ve Karanlık” olan şiirsel yazgısını, 21. yüzyılda “Aşk ve Aydınlık” yapmaya var mısın? Senin şair kimliğinin böyle büyük bir iddiası, zorlu bir ahdi yok mu? Toplumu karanlıklara mahkûm eden azgın güce fırlatacak dizelerin yok mu? Çaresizlere çare olmak, sapmışları uyarmak değil midir şiirinin iddiası. Şairin kalıcı işlerinden değil midir topluma hikmet sunmak. Dağılanı toplamak, gideni geri çağırmak ve bölücüye, ayrıştırıcıya, kinciye, fesatçıya direnmek değil midir şiirin işlevi? Korkaktan yiğit, yolunu yitirenden öncü yaratmak değil midir şairin yasası? Ata şairlerin böyle bir iddiası, böyle zorlu bir görevi vardı, bu görev gökseldi. Ey Şair, insanları halklarla bütünleyip örgütle, halkları birleştirip milletleştir, milletlerden dünya kardeşliğine ulaşma yolunu aç, insanlığı kaynaştır. Bugünün acil ve kutsal görevi bu yolda insanlığa, Milli Kardeşlik Devrimlerinin kapılarını açmak değil midir?

> İşte seni zafere götürecek önündeki yolun ağzında durmaktasın. Kurtuluşa giden yol ayağının altında uzanıyor. İlk adımını at. İnsanlığın Asya kolunun Uzun Yürüyüş yoludur bu. Mao Zedung’a kulak verirsek, zafere doğru kanat açarız o an. “On bin uçurumu ve on bin azgın seli / Geçti Kızıl Ordu kuşlar gibi,” diyor büyük öncü. Milletleri yeryüzünün Büyük İnsanlık kavşağına çıkaracak devrimler rotası da bu iradenin tuttuğu rota değil midir? Durma, yeter ki gözü pek şiirinin düş gücü kutlu görev yolunda ateşlesin gerçeği: “Şu dağları delmeli kum edip elemeli,” diyor Türk halk türküsü de. Ey kendini kendinden doğuran Şair unutma, dağları eritip yarmak bizim geçmişte yaptığımız ustalık işlerindendir.

> > ŞİİR KÜRESEL ŞEYTANIN KARŞISINDA

> İki yüz yıl önce son nefesini veren “ilahi” gövdenin çürüyen hücrelerinden insanlık kendini bir kez daha doğurdu. Yeni insan kendi köleliğinin kanlı ve acı hatıralarını hiç unutmadan ayağa kalktı. Silkinip silahlanan insan kesintisiz devrimlerle görkemli şatoları, sarayları kralların, sultanların, derebeylerin, köle sahiplerinin başına yıktı. Dünya aydınlandı, çarşı pazarın yüzüne kan geldi, yaşama coşkusu pazarı doldurdu. Çok sürmedi kâr hırsının azan canavar kurdu, günışığını o kadar hızlı kemirdi ki, karanlığın yeniden bastırması çok sürmedi.

İnsan, anılarında yaşattığı Kamunun Cennetine gidiş yolunda adımlar atarken, ciğerlerini dolduracak temiz havayı içine tam dolduramadan nefesi tükendi. Çünkü bencillik geri geldi ve öne geçti tekrar. Ey şair demem o ki, Kapitalizm Şeytanlaştı ve insan emeğini yutan sapkın bireycilik ışık hızıyla büyüdü, bünyeyi semirdi. Serbest Pazar Kombinasında, hiçbir engel tanımayan Yasal Çeteler, gözünü kırpmadan insan doğramaya devam etti. Onun bu “kutsal” eylemini tasdik eden aydınlar çoğaldı, kafalara medya çuvalları geçirildi. Mazlumların kanını zalimlerin kâr hırsına helâl kılanın adı “uygarlık” olabilir mi? Şairler bu zulme başkaldırının en önünde, yürekleri ellerinde yürürler.

> Ey sözün özcüsü Şair, doğan günün ekmeğine, sütüne egemen olan alçaklığın böylesine yükselmesi karşısında niçin tutulup kaldın. İktidar bahçesinin tatlı meyvelerine bakıp yutkunanlar, sonunda bir anlaşma yolu bulup o meyvelere altın tabaklarda kavuştular. Kaygının, eylemsizliğin teslim aldığı azami azamlar, göz göre göre Küresel Şeytanın oyununa geldiler. Toplumdaki iyilik azaltıldı, yiğitlik azarlandı, paylaşma arzusunun yüzüne tükürüldü. Bu onur kırıcı, bu hayasız saldırılara karşı silahın elinde çok şükür: Şiirine davran! Bak ki kötülüğün başa geçtiği, mertliğin bozulmaya başladığı eski günlerde, ata şair Shakespeare on bin yıllık sözün toplamını, insanlıktan çıkmış insanın yüzüne çarparak, sarsarak nasıl uyarıyor: “Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, / Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. / Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, / Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, / Değil mi ki ayaklar altında insan onuru.”

> > MARX’IN ÖNGÖRÜSÜ BUGÜNÜN GÖREV TANIMI

> Caninin, geçirdiği evrimle nasıl canavarlaştığını Marx şöyle ifade ediyor: "Nasıl feylesof düşünler (fikirler) üretiyor, nasıl şair şiirler, nasıl profesör ders kitapları üretiyorsa, cani de cinayet üretiyor!” Marx, insanın evrensel doğasına aykırı, ruhu hasta eden kişisel çıkarın, kar hırsının, benciliğin elinde bozunuma uğrayan Kapitalist sistemin giderek yıkıcılıkta nasıl sınır tanımayacağını derin sezgisiyle bize bildiriyor: “Kapitalizm bir gün yaşadığımız gezegeni bile yıkıma uğratan bir sisteme dönüşecek!”

> Bugün geldiğimiz noktada insan yaşamının geleceği, gezegenimizle birlikte yok olma tehdidi altında. Çürüyen kapitalizm tarih sahnesinden çekilmeden önce, geriye hiçbir şey bırakmamak üzere her şeyi küresel silahların hedefine koydu. Ne yazık ki büyük dehanın, soluğumuzu kesen bu öngörüsünün gerçekleşmekte olduğu bir dönemdeyiz. Art arda dünya savaşlarıyla, kitle katliamlarıyla, soykırımlarla taçlanan Şeytan, daha sınırsız bir canilikle şimdi de kanını emdiği insanın etini, kemiklerini yemek kanını içmenin peşinde.

> Ey Şair düşün ki tarih boyunca sana bildirilen zalimlerin en zalimleri bugünün zulüm makinelerinin yanında çocuk oyuncağı kalıyor. Neronlar, Firavunlar, Kazıklı Voyvodalar, Mezdek Kayzerler vb. hatta daha zalimleri devirleri bugünkü kötülüğe göre “insani”dir. Şair karakteri bu düşmanlığı hazmetmeye uygun mudur? Gezegenimizin başına bu belayı açanlardan hesap sorulmayacak mı?  Haydi, o zaman küresel saldırıya karşı, ortak savunmada yerini al. Küresel bencilliğe karşı, kamucu dünyanın kurtuluşuna kendi özverini, kendi gerçekliğini, kendi güvenceni, kendi özgünlüğünü kat. Pablo Neruda’yı düşün. Bunu yapabilirsin.

DEVAM EDECEK