Atanarjuat
Benzerlikler açısından “Atanarjuat” (1999) Filmi Kanada’nın kutup bölgesinde yaşayan İnüit’lerin, “Halam Geldi Filmi” (2013) ise Kıbrıs’a göçmüş Diyarbakırlı bir aşiretin yaşantısıdır. Her iki filmde de, aralarındaki mesafenin uzaklığına ve farklı yerel özelliklerine rağmen töreleri aynı olan ve aile içi evliliğe dayanan benzer iki akrabalık düzeni (aşiret) karşımıza çıkıyor. Hollywood’un yapay dünyasından uzak, gerçekçi ve içten bu filmlerin ortaklıkları; temsil ettikleri topluluğun geleneğinden ve dilinden aldıkları isimleriyle başlıyor. Kanada’da İnuitler tarafından yapılan ve oynanan filmin kahramanı Atanarjuat (Natar Ungalaaq), abisini öldüren amcaoğullarından; buz üstünde yalınayak, adının anlamı olan hızlı koşuculuk yeteneğiyle kurtulurken, hamile karısı aynı kişilerin tecavüzüne uğrar. “Halam Geldi” ise 11-13 yaşındaki kızlarda adet görmenin başlamasının ardından okullu kız çocuklarının eğitimlerine son verilerek geleneksel damat adayı halaoğluyla evlendirilecek olmasını anlatılır. Ancak imam nikâhı kıyılan Reyhan (Miray Akay), gece halaoğlunun tecavüzüne direnip yenilse de koşarak Rum kesimine sığınır. Atanarjuat’ta mekan Kuzey kutup dairesinde bir ada diğerinde Kıbrıs adasıdır. İglulik köyü “Kanada’ya bağlı Nunavut bölgesinin Qikiqtaaluk yöresinde aynı adı taşıyan obanın yerleşimidir. Diğer taraftan Akıncılar Köyü sınır köyü Kıbrıs’ta, Rum köyü Limya ile karşı karşıyadır. Her iki filmde konuşulan lisanlar yakındır. Atanarjuat’ta konuşulan dil, Inüitçe’nin yerel ağzı olan İglulikçe, Akıncılar’da ise Türkçedir. Her ikisi de Ural-Altay-Sibirya dil ailesindendir. Öznesi gizli ve kök olan kelimeye eklenen son takıları olan yüklemlere hem Türkçede, hem de İglulikçede rastlanır. Dahası “Ana” kelimesinin karşılığı onlarda “Anana”dır. İglulik evli (evi var olan yer) anlamına gelir.
HIZLI KOŞUCU
Atanarjuat filminin öyküsü; sözlü edebiyatla nesilden nesile aktarılan ‘hızlı koşucu’ efsanesine dayanır. Bu öyküyü bir bütün haline getirmek için 8 kabile büyüğünün anlattıkları, aslına sadık kalınarak birleştirilmiştir. Balım avıcısı İglulik’lerin yaşam tarzlarını da yansıtan kurgu Paul Apaq tarafından yazılmış; yapımcı Zacharias Kunuk tarafından çekilmiştir.
Oyuncular yerlidir. Geçim için yıl boyu balık avlanır. Elbiseler fok balığı ve geyik derisindendir. Kadınların kabanlarının başlıkları içinde bebekler çıplaktır ama üşütülmeden taşınır. Evler (iglu) yarısına kadar kar içine gömülü olup; buz kalıplarından örülen duvarlara ve kubbeli bir çatıya sahiptir. Böyle bir evi 8 yaşında iken Erzurum’da babamın alay komutanlığı sırasında Palandöken Dağlarında yapılan bir kış tatbikatında görmüş ve kuzey kutbuna gitmeden Türkiye’de buzlaşmış kar kalıplarından askerlerin yaptığı böyle bir eve girmiştim. İçerisi sıcak ve bir çocuk için pek büyüleyici idi. Şimdi tekrar filme dönersek av peşindeki konaklamalarda deri çadırlar kullanıldığı görülür. İyi avcılık akraba kümesinin yaşamını sürdürmesini ve kardeş çocuklarının evliliği ise, neslin devamını sağlar. Toplulukta davranış töreye göre yönetilir, kutup bölgesinde kurumsal başka bir adalet sistemi bulunmaz. Büyük ailenin içinde iyi olaylar kadar cinayet, tuzak kurma veya eş elde etmeyle kabile başkanlığı elde edilmek istenir. Filmi, budun biliminin (sosyal antropoloji) konusu yapan da bu özellikleridir. Öykünün sonunda ailenin en yaşlısı olan büyük anne; biri kadın, diğeri erkek torununu aileden kovar. Akraba desteği olmadan yaşamanın mümkün olmadığı kutup doğasında bu bir ölüm fermanıdır.
HALAM GELDİ
“Halam Geldi” filminin senaryosu da gerçek bir Öykü’den uyarlanarak gazeteci Evrim Kanpolat tarafından yazılmış ve çekim yerli halkın da katılmasıyla yapılmıştır. Antalya Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde gösterilen bu film, eğitim amaçlı olarak 2014’te Türkiye’de 149 salonda gösterime girdi. Tarımla geçinen Diyarbakırlı göçmenler; ataerkil töreye göre yapılması zorunlu aile içi evlilikle mal varlıklarını sürdürmek çabasındadır. Ancak kadına toplumda; salt cinsel görevlerinin ötesinde, erkeğe eşit bir yer kazandıran ve söz hakkı veren Cumhuriyet Türkiye’sinin milli eğitiminde okuyan ve bu töreye karşı çıkan kızlar vardır. Bu odak etrafında pek çok ikincil konu işlenir. Gerçekte yaşanan şiddet; kendisini karı koca, ana-baba-çocuk ve akraba evliliği kurbanı, ciğerleri çalışmayan bir erkek çocuğunun ölümüne yol açmasıyla sergilenir. Evrensel adalet, töreye karşı kız çocuklarının küçük yaşta evlenmesine karşı çıkararak, başta ana-babalar olmak üzere olaya karışan bütün akrabaları yargılar ve mahkûm eder.
Her iki filmde de 21. yüzyılın dayattığı şartlara bir direniş vardır ve sonuç olarak her ikisi de birer “bağımsız sinema” filmidir (Bambu Kültür ve Sanat Dergisi Mart 2014 Sayı 6, Ankara).