Ata’nın huzurunda bir 10 kasım günü -(TAMAMI)
Yarın tarihi bir gün: 10 Kasım 2012
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 74. yıldönümü.
Böyle günlerde bir an kendimi geçmişin o hüzün ve heyecan dolu günlerinin içinde bulurum.
Kendimi bildim bileli her 10 Kasım günü evdeki bir sandalye üzerine çıkar Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni ya da İstiklal Marşı’nı eksik fazla okurmuşum. Annem ve ağabeyim böyle anlatırlardı.
Yazdığım kitaplarda, sayısını unuttuğum yazılarımda hep dilimde O’nun adını, sayıklar dururum.
Anıtkabir’i ilk kez 1953 yılında görmüştüm. O yıl DP iktidarının üçüncü yılıydı ve rahmetli Celal Bayar, tüm devlet erkanı O’nu Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrinden alıp, opera binası önünden şimdi yattığı Anıtkabir’e taşıyacaklardı. Bir heyecan seli bizi önüne takmış bir kara tren vagonunda Ankara’ya taşıyordu. Tren bizim gibi bizim gibi liseli gençleri değil, Cumhuriyet’in tadına varmış, Atatürk sevgisiyle dolu çok sayıda insanı da Ankara’ya taşıyordu. Sabah güneşiyle birlikte Ankara’yı yıllar sonra yeniden görüyorduk. Belki de Ankara Başkent olalı bu denli kalabalık görmemişti?
O günün Ankara’sını size kitabımdaki şu satırlarla anlatabilirim:
“10 Kasım günü Ata’nın Anıtkabire nakil töreninin yapılacağını okuduğumda Nadide Ablanın kardeşi Şener’i kandırdım ve iki lise öğrencisi tenzilatlı birer biletle Ankara’nın yolunu tuttuk. Ankara o zamanlar beton yığınına dönmüş, yeşil yoksunu bir Ankara değildi. Küçük ama tam bir Atatürk kentiydi. Işıl, ışıl ve yeşil, yeşil bizi karşılıyordu.
Ne yatacak yerimiz vardı, ne de öyle bol paramız. Yüreklerimizden taşan kaynağını henüz keşfedemediğimiz bir duygu ve heyecanla Anıtkabir kortejinde kendimize bir yer bulabildik. Aziz önderin naaşı Etnografya Müzesi’nden eller üzerine alınmıştı. Ankara Palas, eski Meclis binası ve Ulus tarafından Anıtkabir’e kadar yürüyecektik. Hemen her noktada o zamanın ünlü şairleri, sanatçıları, ünlü spikerleri Ankara radyosundan yapılan yayına katılıyorlar ve halkın heyecanı daha da artıyordu. (Bir Numaralı Tanık)
Hayatımın en coşkulu anını o gün kortejde yürürken yaşadığımı söyleyebilirim.
Kim nereden bilebilirdi ki; Onun olanaklarıyla büyüyen yetişen kuşaklar, hatta onun Cumhuriyeti ve en büyük eseri olan TBMM’nyi dolduran evlatlarının bir bölümü ona ihanet edeceklerdir?
Evet! Devrimleri anlatan tarih; devrimci önderlerine ihanet hastalığının sari olduğunu yazar.
Erbakan’ın Milli Selamet Partisi 12 Mart’tan sonra yapılan seçimlerde yüzde 34 oyla birinci olduğunda, toplumda kaynaşmalar başlamıştı. Derviş Vahdeti taklitleri meydanları boş bulup dini siyasette bir oy aracı olarak kullanmaya başladılar.
O günlerden bugünlere geldik ve artık ne kutlanacak yasaksız bayramımız kaldı, ne soluyacak özgürlük rüzgarımız. .
Zaman, zaman ülkemizdeki insanlarını tanıyamaz oluyorum. Atatürk’ten sonra İsmet Paşa da ölüp, Demirel de iyice yaşlandıktan ve kendisini siyaset üstü ilan ettikten sonra galiba hem vatan sevgimiz değişime uğradı, hem de daha çıkarcı daha “ben dümenime bakarımcı“ bir toplum oluverdik. Ne birbirimizi seviyoruz, ne vatan sevgisiyle, kendi çıkarlarımızı doğru terazide tartabiliyoruz. Hatta ülkemizin topraklarını, fabrikalarını babalar gibi satanları baş tacı eder hale gelmişiz de farkında bile değiliz.
Yarın 10 Kasım. Bu ülkenin gençleri, yurtseverleri Anıtkabir’de yitirdiklerimizi geri almak için, Cumhuriyet’imize sahip çıkmak için Anıtkabir’de olacaklar.
Atatürk ne demişti:
“Benim naçiz vücüdum elbet bir gün toprak olacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti sonuna kadar kalacaktır”
İçimden şarkı ya da marş söylemek geliyor:
Ya Onuncu yıl marşını
Ya da Harbiye marşını...