Atatürk kimin eseri?
Doğu Perinçek, Teori dergisinin Kasım 2020 tarihli sayısında çok önemli bir konuya açıklık getirdi. Atatürk’ün şahsında, liderler ile kitleler arasındaki ilişkiyi ele aldı. Bu konudaki yanlış anlayışları düzeltti. Atatürk’ü zaman ve mekândan kopartan, idealist tarih anlayışı ile hesaplaşmadan Atatürk’ü anlamanın mümkün olmadığını gösterdi. Doğu Perinçek, bilimsel bakış açısıyla, Atatürk ile Türk milleti arasındaki ilişkiyi, Atatürk ile İstiklal Harbimiz ve Cumhuriyet Devrimimiz ile bağını kurarak konuyu doğru bir tarihsel temele oturtmuştur. Bazılarının dediği gibi Atatürk, Tanrının Türk milletine bir hediyesi değildir. Doğu Perinçek’in dediği gibi:
“Atatürk, Türk milletinin dışında hiçbir yerden çıkmazdı!
Atatürk, Türk milletinin devrimci birikiminin ve yeteneklerinin kâşifidir ve önderidir.
Atatürk, Türk milletinin biriktirdiği yeteneğin belli bir tarihsel süreçte ortaya çıkmasıdır. O tarihsel koşullar, Türk milletindeki yeteneğin kılgısal enerjiye dönüşmesinin boyutlarını da belirlemiştir.
Atatürk, Türk milletinin yapabileceği işlerin başına geçmiştir ve yaptığı işlerin önderi olmuştur.
Atatürk’ün başarısı, Türk milletinin gizil gücünü sonuna kadar harekete geçirme yeteneğindedir.
Atatürk, bu açıdan Türk milletinin son iki yüzyıldaki devrim mücadelesinin ürünüdür” (Doğu Perinçek, Atatürk gökten mi indi?,Teori, sayı 370, Kasım 2020.)
BU KONUDA ATATÜRK NE DÜŞÜNÜYOR?
Atatürk, her zaman bilimi rehber kabul eden bir liderdi. Tarihe bakışı da bilime dayanıyordu. Tarihte gerçekleşen büyük toplumsal olayları bir kişiye bağlamak, liderlerin rolünü abartmaya ve milletin önüne koymaya karşıydı. Şöyle söylüyordu:
“Büyük olayları, işleri bir kişiye mal etmek, milletin hakkına saygısızlık ifade eden bir görüş tarzı olur!” (Kılıç Ali’nin Anıları, Derleyen: Hulusi Turgut, İş Bankası Yayınları, s.548.)
Yine Kılıç Ali’nin aktardığına göre, ilhamını milletten aldığını söylemektedir.
“Bir gün bir gezimizde halktan biri kendisine şöyle bir soru sormuştu: “Yaptıklarınız için nereden ilham aldınız?”
“Atatürk bu soruya tek bir kelime ile cevap verdi: “Milletimden.” (Age, s.551.)
“Atatürk kendisini övenlere fena halde sinirlenirdi. Hatta kendisine “Büyük Atatürk” diye hitap ettiklerinde hiddetle şöyle derdi: “Adıma böyle riyakâr kelimeleri karıştırmayınız.”
“Bir seyahatte konuşmacılar sürekli kendisini övüyorlardı. Dayanamadı, ayağa kalktı ve şu konuşmayı yaptı: “Muhterem ve hassas arkadaşlarımız uzak geçmişi çok güzel sözlerle anlattılar. Yakın geçmişin acılarını gerçekten dinleyenleri duygulandıracak şekilde açıkladılar. Bu vesile ile şahsıma karşı teveccühlerde bulunmak nezaketini de gösterdiler. Memnun ve müteşekkirim. Yalnız, sizden olan bir şahsa sizden fazla önem atfetmek, her şeyi bir millet ferdinin şahsiyetinde toplamak elbette layık değildir, elbet lazım değildir.
Millet ve memleketin gelecekteki hayatına olan sevgi ve saygıdan dolayı huzurunuzda bir gerçeği açıklamaya mecburum. Vatanımızda herhangi bir şahsı, istediğinizi sevebilirsiniz. Kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, milli varlığınızı, bütün sevginize rağmen herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olamaz. Ben, mensup olduğum büyük milletin böyle bir hatayı artık yapmayacağına güvenmekle müsterihim ve müftehirim.” (Kılıç Ali’nin Anıları, s.549.)
“Bir akşam sofrada arkadaşlardan biri gayet samimi olarak kendisine şu sözleri söylemişti:
“Allah sana çok ömürler versin! Yoksa vah bu milletin haline!
“Atatürk hem üzüldü, hem kızdı ve ona şöyle karşılık verdi:
“Bu sözünüz beni çok üzdü. Düşmanlarımız da böyle söylüyor, onlar da ‘Ölsün de kurduğu eser mahvolsun’ demiyorlar mı? Ve bunu beklemiyorlar mı? Niçin böyle düşünüyorsunuz? Her şeyi niçin bana mal etmek istiyorsunuz? Ben bir eser meydana getirdiysem milletimin kudretine ve ondan aldığım ilhama dayanarak yaptım. Sizleri konuşturdum, sizleri koşturdum, yaptım.” (Age, s.549-550.)
Kılıç Ali’nin de anılarında altını defalarca çizdiği gibi, Atatürk’ün en büyük meziyeti ve başarılarının sırrı çok sevdiği ve mensubu olmaktan daima gurur duyduğu milletinin ruhunda var olan cevheri ve onun gerçek eğilimlerini herkesten daha iyi ve daha önce sezmesindeydi. (Age, s.551.)
Şöyle diyordu Atatürk: “En büyük tehlikeler karşısında, uçurumun kenarına gelmişken bu kadar hayatiyet ve kabiliyet gösteren, azim ve ruh gösteren milletimizin masun ve mesut yaşamaya hakkı vardır.” (Age, s.551.)
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Atatürk, kendisini hiçbir zaman Türk milletinden ayrı görmedi, Türk milletinin içinden çıktığını ve ilhamını Türk milletinden aldığını söyledi. Kendisi ile övücü sözler söylendiği zaman, milletin oynadığı rolü öne çıkarmaya gayret etti. Doğulu toplumlarda geleneksel bir düşünme biçimi halini almış kişiye tapınma ve bağımlılık ile mücadele etti. Hep Türk milletini ve onun seçkin niteliklerini ön plana çıkarmaya çalıştı. Çünkü o, milletini çok seviyordu. Milletine hayrandı ve hep Türk milletinin bir ferdi olmaktan onur duyardı.