Atatürk ve Bilim
Cumhuriyetimizin temelinin harcı bilimle karılmıştır. Atatürk Devrimi’ne göre “bilim geleceği kurmak için”dir. Bilimi “hayattaki en gerçek yol gösterici”ye dönüştürmek, bilim ile felsefe arasında doğru bir bireşimi gerektirir. Hele söz konusu olan, bilimin ışığında tarih yapmaksa, bu bireşim daha da yaşamsal bir önem kazanır. Çünkü toplumsal alanda geleceğe ilişkin öngörüler, tarih içinde sınanır. Toplumbilimin laboratuvarı, tarihtir. Ülkemizin toplumbilime yapmış olduğu en evrensel ve eylemli katkı, Atatürk Devrimi’nin kendisidir. Bugün bizim Atatürk Devrimi’nden almamız gereken en önemli derslerden biri de, bu devrimin bilim ile felsefe arasındaki ilişkiye bakış açısıdır.
BİLİM VE FELSEFE
Bilim, gerçekliğe ait ve yine gerçeklikle sınanmış genel ve sistemli bilgilerimizden oluşur. Bilginin algısal ve tekil olmanın ötesine geçip genel ve sistemli hale gelmesi, ancak olguların ardındaki nedensellik ilişkilerine nüfuz edildiği ölçüde gerçekleşir. Bilimsel araştırma, bilinenle bilinmeyenin sınırında cereyan eden bir etkinliktir. Bilimin kapsadığı alan genişledikçe, bilinen-bilinmeyen cephesi ötelenir. Bu öteleme sonucunda “bilinmeyenlerin azalması” bir yana, temasa gelerek bilim gündemine alınan “bilinmeyenler” artar. Bilimden beslenen bir felsefenin işlevi, bilinmeyenler alanında bilime bir önsezi sağlayarak “yol göstericilik” yapmaktır. Çünkü bilimin gelişmesi, oluşturulan “sınanabilir kestirimlerin” yerindeliğine bağlıdır. Onun için bilim geliştikçe, felsefenin işlevi azalmaz, tam tersine kendine nedensellik ilişkilerinin genel niteliğini konu alan felsefeye olan gereksinim artar.
FELSEFEYİ BİLİMDEN KOPARMAK
Tarih boyunca, bilim ile felsefe arasına iki tür duvar örülegelmiştir. Felsefi idealizm, “fizik ötesi” ya da başka bir deyişle “doğa ve toplum ötesi”ni kendi hükümranlık alanı ilan edip, bilimin bu alana ayak basmasını yasaklamıştır. Ama bilimin kapsama alanının hızla genişlemesi bu duvarı giderek geçersiz kılınca, bu sefer de yeni duvarın “bilimin kendi içinden” örülme çabaları ortaya çıkmıştır. Bu çabaların ortak noktası, felsefeyi “bilimin içine hapsetmek”tir. Dayanakları da, bilimin gelişmesinin felsefeyi işlevsiz hale getirmekte olduğu savıdır.
Günümüzde bilim dışının alanını genişletmek, diğer bir deyişle bilimi Aydınlanma’nın bir kaynağı olmaktan çıkarmak için başlıca iki toplumsal düzenek kullanılmaktadır. Biri, bilimi bulguları yalnızca “kendi dar alanında geçerli” salt bir üretici güç derekesine indirgeyerek, bilimden hayata dair genel çıkarımların yapılmasının önünü kesmek; diğeri ise, “demokrasi” adına, bilim ve bilim dışına “eşit muamele” istemektir.
FELSEFEYİ BİLİM İÇİNE HAPSETMEK
Öte yandan felsefeyi bilim içine sıkıştırma çabaları da, yine Aydınlanma’nın bir toplumsal enerji kaynağı olmaktan çıkarılmasına hizmet etmektedir. Bilimden beslenen bir felsefe, “gelecek düşleri” üretir. Gerçeklikten kopuk düşlerin, hayal kırıklığıyla son bulup toplumsal enerjiyi ziyan edeceğine kuşku yoktur. Öte yandan olgulardan kaynaklanan, ama mevcut çerçeveyi aşarak geleceğe uzanan düşler, devrimlerin önkoşuludur. Gelecek ufkunu “mevcut olan”la sınırlandırmak, “yapılabilir olanı” dar bir alana sıkıştırır. “Yapılabilirlik”, “kendiliğinden olacak olan”a indirgenir. “Felsefesizleştirilmiş bilim”, iradenin rolünün yadsınmasının bir aracı olarak kullanılır.
Bugün ülkemizde emperyalizmin egemenliğini “kader” olarak görüp ondan medet uman görüşler de, bilim dışının alanını genişletmek için Atatürk karşıtlığında direten yaklaşımlar da, milletimizin toplumsal enerjisinin heder edilmesine yol açmaktadır. Oysa bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, Atatürk Devrimi’nin milletin aklını ve yüreğini özgürleştiren devrimci felsefesidir.