Atatürk ve deniz gücü: Karada kıstırılmış durumdayız!
Mustafa Kemal, “Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.” demişti. Biz de bu 10 Kasım'da sayfalarımızı, bir kez daha O'nun fikirlerini anlamaya hasrediyoruz...
Atatürk için çoğunlukla “başarılı bir asker asker, büyük bir devlet adamı” sıfatları kullanılır. O'nun bir karacı subay olarak savaşlarda kazandığı başarılara sıklıkla atıf yapılır. Doğrudur, Mustafa Kemal bir strateji dehası olarak kara harp doktrinine dünya çapında katkılar sağlamıştır. Fakat O'nun deniz gücünü inşası ve donanma diplomasisini muazzam tatbiki incelendiğinde, ince zekası ve Mavi Vatan'ın stratejik önemi çok daha iyi kavranacaktır.
'YARIMADAMIZI SAVUNAMAYIZ'
Atatürk'ün denizlere ilişkin fikirleri maalesef acı tecrübelerle şekillenmiştir. Daha 1911'de Trablus'ta Şeyh Sunusi'ye yardım için Rauf Orbay'dan bir gemi talebinde bulunmuş, fakat bu isteği karşılanamamıştır. Selanik'i geri almak için gönderdikleri kuvvetler Averoff zırhlısı ile engellenmiş, 1 ayda tek gemiyle Ege adaları işgal edilmiştir. Çanakkale Savaşı'nda İngiliz ve Fransız zırhlılarının üstün ateş gücüne bizzat şahit olmuş, Alman U-botlarının oyun bozan rollerine hayran kalmıştır. Nusret'in mayınlarının nihai zafer için yeterli olmayacağını da gören ve bir deniz gücünün hayati önemini kavrayan Mustafa Kemal, 1915'te Anafartalar Zaferi'nin ardından Alman gazeteci Ernst Jaeckh'a verdiği mülakatta şu tespiti yapmaktadır:
“Karada kıstırılmış durumdayız. Tıpkı Ruslar gibi. Boğazları tıkamakla Rusları Karadeniz’in içine kapamış olduk ve eninde sonunda çökmeye mahkûm ettik. Çünkü müttefikleriyle bağını kesmiş olduk. Ama biz de çökmeye mahkûmuz. Hem de aynı nedenden. Gerçi Akdeniz’in, Karadeniz’in ve Hint Okyanusu'nun eteklerindeyiz. Ama herhangi bir okyanusa açılamıyoruz. Deniz kuvvetinden yoksun bir kara kuvveti olarak yarımadamızı, kara kuvvetlerini çekinmeden getirebilecek olan bir deniz kuvvetine karşı hiçbir zaman savunamayız.”
DENİZ İKMAL HATLARININ ÖNEMİ
Mustafa Kemal, kuşatılmışlığı aşmak ve mücadele için gerekli harp malzemesine ulaşmak için deniz ikmal hatlarına yönelmiştir. Bu nedenledir ki “Gözüm Sakarya'da, kulağım İnebolu'da” demiş ve 1921-22 arası Sovyetler Birliği'nin Batum, Tuapse ve Novorosiski limanlarından getirilen 300 bin ton harp malzemesini kullanarak savaşmıştır. Ardından verdiği “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir!” talimatının gerçek manasını ise 27 Temmuz 1932'de İsmet İnönü şöyle açıklamaktadır:
“Gazi, Meydan Muharebesi'nin sonucunu ifade eden hedefi değil, Akdeniz siyasetinde ve uygarlğında Türk Milleti'nin layık olduğu yüksek mevkii hedefini göstermiştir. Türk Milleti binlerce yıldan beri uygarlığında ve siyasetinde başlıca yer tuttuğu Akdeniz'den fiilen uzaklaştırılmak istendi. Türk Milleti kendi iradesi ve yenilmez azmi ile Akdeniz'deki yerini ve vazifesini aldı.”
CUMHURİYET DONANMASI'NIN İNŞASI
1923 yılında Osmanlı'dan devralınan faal durumdaki gemilerin toplam tonajı 13 bin tondu. Yaşları 11 ila 30 arasında değişiyordu. 23 bin tonluk Yavuz zırhlısı üç mayına çarpmış, Büyükada ile Tavşan Adası arasında yatıyordu. Boğazlar askersizleştirilmiş, Haliç Tersanesi donanmaya kapatılmıştı. Güçlü bir donanma inşasına ise Mareşal Fevzi Çakmak karşı çıkıyordu. Mareşal için Bursa ovasındaki kolordu emrinde çalışacak ve Çanakkale Boğazı'nı savunacak ufak bir donanma yeterli idi. Ne Yavuz'u onarmak istiyor ne de yeni gemi almaya yanaşıyordu. İki denizaltı ve 300 mayınla bu işi bitirecekti. Donanmaya ek bütçe ayrılmasına itiraz ediyordu. Devleti gerçek bir deniz gücü inşasına sokacak program ise Mustafa Kemal'in Hamidiye gezisinde oluştu.
“Dış pazarlardan satın alınan gemiler ile donanma yapılamadığını biliyorsunuz. Donanma, sadece kıyı koruyacak bir kuvvet değil, bundan daha önemli olarak deniz yollarının güvenliğini sağlayacak bir kuvvettir. Anadolu’da yaşadıkça bu bakımdan ihtiyacımız daha büyüktür. Evvela çekirdek bir donanma yapmakla yetinip, deniz sanayi ve ticaretimizi geliştirmeliyiz. Bundan sonra memleket Sanayiinden fışkıracak donanmayı yapmak da kolay olacaktır. İlk beş senede kendimizi toplayıp devrimleri yaparız, ikinci beş senede dünyaya kendimizi tanıtırız, üçüncü beş senede İngiliz Kralı’na yurdumuzu ziyaret ettiririz.”
Atatürk, Hamidiye kruvazöründe denizcileri daha yakından tanıma fırsatı buldu, onların isteklerini dinledi, birlikte programını belirledi. Hemen Bahriye Bakanlığının kurulması için talimat verdi. İşe gayrifaal durumdaki gemileri ayağa kaldırarak başlayacak, sevk ve idare adamlarının yetiştirilmesine yoğunlaşacaktı. Birinci kademede Yavuz'un onarılması için Gölcük'te 25 bin tonluk havuz kurdurdu. Ardından 4 yeni muhrip ve 3 avcıbotu yaptırıldı, 8 adet denizaltı sipariş edildi. Böylece donanmanın hızı saatte 12 milden 35 mile, top çapı 15'likten 28'liğe, etkili menzil 6 kilometreden 16 kilometreye çıkıyor; donanma elektrikli ölçme, hesap ve kontrol aletlerine kavuşuyordu.
Bu dönemde Deniz Harp Akademisi de açılarak denizcilerimizin sevk ve idare yeteneği geliştirildi. Hatta subayların meslek kültürleri o kadar artmıştı ki Almanya, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra tekrar silâhlanırken staj için denizaltılarını Türkiye'ye yollayacaktı.
DONANMA DİPLOMASİSİ
Mustafa Kemal, donanmayı barış döneminde en etkili şekilde kullanmayı başarmış sayılı liderlerden biridir. Donanma sayesinde Bulgar ve Yunan Krallarına barış antlaşmaları imzalatmış, isyanları bastırmış, genç Türkiye Cumhuriyeti'ni tüm dünyaya tanıtmış ve ülkeye büyük itibar kazandırmıştır. Amiral Afif Büyüktuğrul, donanma diplomasisinin bu özgün örneğini şu sözlerle anlatıyor:
“Yeni donanmanın politik etkileri daha Yavuz'un onarım tecrübeleri sırasında başlamıştı. İstanbul'da Mecidiye kruvazöründe, Yunan Başbakan Venizelos'u getiren Averoff zırhlı kruvazörünün amiral ve subayları onuruna öğle yemeği veriyorduk. Yemek sırasında sürat tecrübesi yapmakta olan Yavuz, uzaklardan geçecekti. Bunu gören Yunanlı dostlar, yemeğin resmiyetini unutmuş, güverteye fırlamışlardı. Onlara bakacak dürbün yetiştiremiyorduk. O kadar heyecanlanmışlardı ki amiralleri verdiği resmi nutukta, 'Biz, Türklerle sadece dost kalabiliriz.' demişti. Yunan Dışişleri Bakanı da bizim Bakan Tevfik Rüştü Aras'a, 'Aman, deniz kuvvetlerinden yana birbirimizle yarışa girmeyelim.' dedi. Yunan Donanma Komutanı Amiral Sakalariu ise Pire'de ve kendi gemisinde verdiği resmi yemekte, 'Ben ve donanmam, Türk Donanma Komutanı'nın emrindedir.' diyecek, Yunan Kralı da donanmamızı resmen ziyaret edecekti.
“Bundan sonra donanma Atatürk'ün önemli bütün politik hareketlerinin içinde yaşayacaktı. İngiliz Kralı, İran Şahı, Sovyet mareşalleri, Afganistan Kralı ziyaretlerinde hep donanmaya önemli görevler vermiş; ilk kez olarak da donanmanın kişiliğinde şerefli bayrağımızı Malta ve Pire sularında dalgalandırmıştık. Bundan sonra Yavuz muharebe kruvazörü Başbakan İsmet İnönü'yü Varna'dan alacak; Hamidiye kruvazörü Dışişleri Bakanı'nı Odessa'ya, Mareşal Fevzi Çakmak'ı Köstence'ye götürecek, Adatepe muhribi gene Mareşal'i Yunan ve Yugoslav limanlanına götürecek, Zafer muhribi Fransız Başbakanı Köstence'den getirecek, Hamidiye İskenderiye ve Kıbrıs'a gidecek; şerefli sancağımız yabancı limanlarda dalgalanarak itibarımızı yükselttikçe yükseltecekti. Donanma adeta Balkan ve Sadâbat Paktlarının bel kemiğini teşkil etmekte idi.”
“Yavuz gemisine ilk defa geliyorum. Şimdiye kadar Yavuz Türk bayraklı bir Alman gemisi idi. Yaralı da olsa bugünkü şekli o zamandan daha pek çok değerlidir. Bu gemiyi Türk Milleti’nin ihtiyacı olan sağlam ve kudretli bir zırhlı şekline sokacağız. Bu kudret, silah bakımından sizlere, dış politika bakımından bizlere büyük hizmetler görecek, gurur sağlayacaktır.”
SONUÇ OLARAK
Cumhuriyet'in ilanından sonra Türkiye'nin büyük bir donanma ihtiyacı olduğuna kimse inanmıyordu. ABD'yi denizcileştiren Başkan Roosvelt'in yanında Alfred Mahan, Almanya'yı denizcileştiren Kayzer 2. Wilhelm'in yanında Amiral Von Tirpitz vardı. Mustafa Kemal ise yalnızdı. Tüm itirazlara rağmen 1924'ten itibaren donanma için önemli bir bütçe ayrılmasını sağladı. Gölcük'e devasa bir havuz inşa ettirerek Yavuz zırhlısını ayağa kaldırdı. Müstakil bir Bahriye Bakanlığının kurulmasını sağladı. Hızla gayri faal gemilerin bakım ve onarımını yaptırdı, yeni denizaltı ve korvet siparişleri ile vuruş kapasitesini artırdı. O gemileri sevk ve idare edecek kadrolara yatırım yaptı. 1926'da Kabotaj Kanunu ile ülkeyi kapitülasyon belasından kurtardı, 1936'da Montrö ile Türk Boğazları'nda hakimiyeti sağladı. Yavuz'un toplarını kullanarak Yunan ve Bulgar Kralı'na barış antlaşmaları imzalattı. Nyon Antlaşması'yla birlikte Türk Donanması'nı Akdeniz'in batısına ulaştırdı. Vefat ettiğinde 80 bin tonluk modern Cumhuriyet Donanması ile Türk denizciliğinin ölümsüzlük ruhunu bırakmıştı. Bugün doktrinleşen Mavi Vatan Stratejisi'ni ise 1 Kasım 1937'de TBMM’deki şu konuşmasıyla anlatmıştı:
“Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak, korunup geliştirilecektir. Çünkü, toprakların ucu deniz olan bir ulusun hududunu, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer. En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk’ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.”
Yazıda Emekli Amiral Afif Büyüktuğrul'un hatıratından yararlanılmıştır.