Atatürk'ü anmak ve anlamak
Geçen Ekim ve Kasım aylarında, Cumhuriyetimizin 90. yılı kutlamaları ve Cumhuriyetin kurucusu büyük Atatürk'ün fiziki olarak aramızdan ayrılmasının 75. yılı dolayısıyla Atamızı andık. Halkımızın yediden yetmişe büyük çoğunluğunun kutlama ve anma etkinliklerinde, Atatürk sevgisini ve O'nun kurtarıcımız ve Cumhuriyet'in banisi olduğuna inançlarını artan bir coşkuyla yansıtmalarını kıvançla gözledik. Bunun yanında, kutlama ve anmalarındaki ciddiyete karşın, bu etkinlikleri içten gelen bir inançtan çok, bir görev olarak yapanların mevcudiyetini gözlemenin üzüntüsünü de yaşadık.
Türkiye refah düzeyi ve özgürlükte son sıralarda
Bu önemli günlerde kendimizi de sorgulamak gerekmez mi? Bir asra yaklaşan süre sonunda, Türkiye'nin Atatürk'ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyini yakalayabildiği söylenebilir mi? Kuşkusuz Türkiye'de de önemli gelişmeler yaşanmıştır. Ancak, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olabildik mi? Fikri, vicdanı ve irfanı hür nesiller yetiştirebildik mi? Dünya'da üretim değeri olarak ilk yirmiye giren ve yakın gelecekte ilk onu hedefleyen Türkiye, bir refah ülkesi olabildi mi? Bu sorulara olumlu yanıt vermek gerçekleri görmemek demektir. Ne yazık ki Türkiye tüm bireyleri içine alan bir refah paylaşımını yakalamanın henüz çok uzağındadır. Ülkemizde kimileri lüks konutlarda yaşayıp ciplere binerken, aynı şehrin varoşlarında derme çatma barakalarda sefalet içinde aileler görmek rastlanan bir durumdur. Özel uçak, özel helikopter kullananların sayısı artarken, hastasını ilkel yollarla doktora yetiştirmeye çalışan insanlarımızın varlığı bir gerçektir. Bu konuda başka olumsuz örnekleri sıralamak çok da zor değildir. Bireysel özgürlükler, eğitim, beslenme, barınma ve benzeri sosyal göstergelere göre çok gerilerde olduğumuz kaçınılmaz bir gerçektir. Nitekim İngiltere merkezli danışmanlık şirketi Legatum'un yaptığı bir değerlendirmeye göre, Norveç'in ilk sırada yer aldığı ülkeler refah düzeyi sıralamasında Türkiye'nin 142 ülke arasında 87. ve bireysel özgürlük sıralamasında 130. olması her şeyi açıklamaktadır.
Bu olumsuz duruma nedenler ararken, her kesim kendi duruşuna göre bir suçlu ilan etmektedir. Çok gerçekçi olmayan değerlendirmeler yapılmaktadır. Tüm bu olumsuzluklara sorumlu ararken sadece askeri darbe ve müdahaleleri bahane ederek büyük bir gafletle Atatürk ve Cumhuriyet devrimlerini ve sadece askerleri suçlamak ne kadar gerçekçidir. Yaşanan süreçte, siyasi liderler, siyasi partiler, sermaye patronları, arazi ağaları, din şeyhleri, üniversiteler, yargı ve özellikle basının hiç mi kusur ve sorumluluğu yok!
Öz kaynaklarımızı ve aklımızı kullanmak
Türkiye'ye açık ve örtülü müdahale halinde olan Batılıların faaliyetleri nasıl görmezlikten gelinebilir. Temel sorunun, ikinci dünya savaşı sonrası, oluşan iki kutuplu dünyada batılı olacağız derken batının güdümüne girilmesi olduğu görüşündeyim. 90 yıllık Cumhuriyetin 65 yılını yaşayan biri olarak en azından kendi alanımda bunu yakından gözlediğimi belirtmek isterim. Sanayi, tarım, eğitim, savunma gibi temel alanlarda kendi öz kaynak ve ulusal aklımızı kullanmak yerine Batı'nın öneri ve yönlendirmelerinin etkisini altına girdik sanıyorum. Bazı istisnalar dışında liderler ya dışarıda yetişip geldi veya dışarıdan icazet aldı. Ülkeyi yöneten hükümetler ortalama iki yıl ayakta kalabildi. Ya askeri müdahaleler ya da sivil müdahale ve oyunlarla bir türlü dik duramadık.
Suçu başkasında aramayalım. Kendilerini Atatürkçü ilan edenler Atatürk'ü anlayıp temel ilkelerine sahip çıkarak, bilim ve teknoloji ışığında bunları geliştirip cumhuriyet ve demokrasimize sahip çıkabilseydi, daha kalkınmış ve demokrasisi gelişmiş bir ülke olurduk. Günümüze kadar, devrim adıyla yaftalanan, ülkeyi 90 yıl öncesine götüren uygulamaları yaşamazdık. Gerçekçi olmayan suçlar ve bunlara uygun suçlularımız olmazdı. Hayatın gerçeklerini yansıtmayan, dış kaynaklarla beslenmiş, yapay olmakla birlikte gerçek gibi kabul ettirilen ulusal sorunlarımız olmazdı.
Kalıcı ve çağdaş çözümler için, sağlıklı, akılcı ve ulustan yana değerlendirmeler yapılmalıdır. Atatürk ve Kemalizm'le sorunu olanlara da, Atatürkçülük ve Kemalizm'in bir dogma olmadığını, temel ilkelerinden birinin de devrimcililik yani akıl ve bilimin ışığında ileriye doğru değişim, olduğunu hatırlatmak gerekir.