25 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ateşi bilirim!..

Hidayet Karakuş

Hidayet Karakuş

Eski Yazar

A+ A-

“Tutuştuğum yerden hep yukarı çıkmayı severim. Göklerdedir gözüm. Kaynağım, anam, babam güneşin katına yükselmek isterim durmadan. Dumanlarım benden önce kimi zaman bir bunalım karanlığı yaratarak, kimi zaman mavi yoksul bir türkü gibi uçarak yükselir gökyüzünün katlarına doğru. Ne ki hiçbir zaman ulaşamaz güneşe. Ben, onun, güneş babamızın, dünyadaki temsilcisi, görevlisi, eliyim. Onun etkisinin kalmadığı ya da bir merceğin odağına düşemediği zamanlarda yapamadığını yapar, yakamadığını yakarım. Ancak şu insanoğlu çok hain. Çok yabanıl kaldı. Beni göklerden çalıp aklına estiği gibi kullandı; av etlerini pişirdi, ormanları tutuşturdu. En olmadık nesnelerden yarattı; en masum varlıkları ateşe çevirdi; binlerce yıllık birlikteliğimize karşın dilini çözemedim insan denen varlığın. Gün oldu, beyninin ürünlerini, kitapları tıktı ağzıma; gün oldu töresine aykırı düşenleri mancınıklarla fırlattı kollarımın arasına. Közlerin üstüne düşen her canın, ağaç olsun, ot olsun duyduğunuz ‘cız’ sesi yüreğimin sesidir. Sanır ki zavallı insan, etteki suyun, sudaki oksijenin cızırdamasıdır duyduğu ses. Sanır ki insanoğlu aklından geçeni benimle temizler! O ne budalalıktır ki kendi yarattığını yok ederken kendi varlık nedenini de ortadan kaldırmaktadır; çağlardır anlatamadım; gerçeği gözlerinin önüne ateşlerle, küllerle, közlerle koydum ama anlamadı; algı bir birikim işidir. Beni çözmeye çalıştı, karşıtlarımı buldu, gücümü öğrendi ama kendini çözemedi zavallı. Algılayamadı varlık nedenini. Düşünmeyi öğrenemedi; düşüncenin kırıntısından korktu, alışkanlıklarının (inançlarının) tutsağı budala, özgürlük sanısıyla yarı uyur yarı uyanık sürdürdü yaşamını. Dünyayı algılamak, nesnelerin yüreklerindeki tözü yakalamak duyarlığı gerektirir; duyarlıksa birikimi… İnsan, durup dururken düşlerinden, korkularından bilgi sağamaz. Öğrendiklerini akla dönüştürsün yeter. Görmek, duyumsamak algının gücünü gösterir. Çağlardır kendini yineler; çağlardır canına can katacağını düşünürken acımasızlığın aracı kılar beni bu varlık. Yazık ki yeryüzünün otu böceği, toprağı havası kirlendikçe kendisi de özünden azalıyor, yaktıkça azalıyor; kendine yaşam alanları açacağım derken canının yangısını göremiyor, azalıyor; geleceğinin köküne kibrit suyu döküyor, azalıyor.

Çırayı da o buldu; kibriti de o yaptı biliyorum, çakmağı da, atomu da..

Beni, küçük çöplerin başına, bulduğu fosforlu bileşimlerle sürtmesinin yaratacağı ısıyı üretmek için giz gibi sardı. Aklı sıra beni tutsak etmişti; suya, toprağa, havaya egemen olduğu gibi bana da egemen olmak istiyordu; ne ki gün geçtikçe ruhu tutsağım olmaya başladı. Bana tapanlara, benden bir dünya yaratanlara şaşıyorum; yeryüzü şaşıyor!

Her ateşten, yakılan nesnelerden çıkan koku da çatırtı da benim. Sesim, büyük bir çatışmanın, yaşamı yok etmenin sesidir. Var olmak için değil, görkemli güzelliğimi göstermek isterim ama nesnelerin çekirdeklerinden saklı kalmak da huzur verir bana. Ne ki bu varlık beni kullanmak isterken aklıyla birlikte elinden kaçırdı kimi zaman. İlkçağlardaki deneyimsizliğiyle kendine kıydı; ağacın, canlının canına okudu. Şimdi de gücünü benim sırtımdan gösteriyor yeryüzüne.

Bilirim ki güzelim. Narçiçeğine benzer göz alıcı közlerim kadar, sıcaktan öte sarı kırmızı beyaz karışımı yalımlarımla da çektim onu kendime. Bana dikkatle bakan, gözlerini çekemez, içindeki ısının kabardığını duyumsar, titreşip duran yüreğimdeki yaşamsal kımıltıyı görürken onun nasıl can çekiştiğini görür. Kendini bana kaptıran, canını bulur yalımların içinde, közün gözünde.

Bilirsiniz suyu, havayı, toprağı ben düzene sokarım. Isıtırım, yakarım, kül ederim, yaşam veririm, pişiririm.

Özgürdüm göklerde milyonlarca yıl. Gök boşluğunun elektriğiyle bir kıvılcımdan doğar, gökyüzünden toprağa yılandiline dönüşüp göz kamaştıran salkım saçak bir ışıkla sağılır inerdim. Ormanları tutuşturur, denizleri kaynatır, canlıları kavururdum. Geniş meraları, otlakları, ekim dikim alanlarını ben açtım. İki ayağının üzerindeki insan taptı bana. Dedim ya göklerden çaldı beni. Benim için tapınaklar yaptı. Kutsal bakireleri beni yaşatmak için kapımda tuttu. Onların gülden taze tenlerinin ışığıyla yalımlarımın ışığı karıştı birbirine.

***

Merdivenleri, yerlerdeki pirinç basamak tutamaklarını, tırabzanları eğip bükerek tırmandım yukarı katlara. Çığlıklar yüreğimi bulandırdı; dumanlarım çoğaldı. Gençler vardı basamaklarda; tenleri tütüyordu benimle. El ele tutuşmuşlardı. Birbirlerine sarılan çocuklar, kızlar gördüm. Ben onlara ulaşmadan dumanlarım öncü birlikler gibi çalışmış, hepsini boğmuştu.

Değdiğim nesnenin bütün kirli gazlarını açığa çıkarmakta üstüme yoktur. Bütün gücüm orada yatar belki de. Geriye o nesneden, varlıktan kimi zaman isten kararmış bir ten, kimi zaman kömürleşmiş bir beden kalır. O çocukların etlerinin cızırtısı, yanıkların yürek kaldıran kokusu beynimi alt üst ediyordu. Saçları görünür görünmez kılcal kurtçuklar gibi kıvrılıp yok oldular. Yanıyordum; ben ateş, yaktıklarımla yanıyordum.

Üzerine tutunduğum tahta parçalarının yerlerinden kurtulunca düştükleri yerde de ben vardım. Gül kokusuyla menekşe kokusunun, yanık yağ kokusuyla benzin kokusunun birbirine karıştığı bir yerdeydim. İs’im kokuyordu; sentetik, pamuklu, ıslak giysi kokuyordu yapı.”

***

Sivas katliamını anlatan romanım Şeytanminareleri’nden aldığım yukarıdaki satırlarda konuşan ateş, bugün de konuşuyor:

“Bu kaçıncı çocuk yurdu cinayeti? Daha çocukluğunu yaşamamış canları ağzıma tıkıyor bilisizce bu insanoğlu. Beni bulan, kullanan kendi değilmiş gibi Tanrı’nın takdirine bağlıyor hayasızca! Bilsinler ki bu kara gönüllüleri de yakacağım bir gün. Unutmasınlar bunu. Kendi takdirlerini Tanrı’ya bağlamasınlar. Yeter artık!”