Atlantik kaçgunları
Eylül ayının son günlerinde Türk ve Irak ordularının Irak sınırında yaptıkları tatbikatı ve tatbikat sonunda komandoların iki ülke bayraklarıyla verdikleri pozu hatırlamaya çalışın...
Başlayabiliriz...
ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgalinden sonra ilk hedefi oradaki Türk askeri varlığı idi, çünkü bölgede bir Kürt devleti kurmalarının önündeki en büyük engel olan Türkmen varlığının garantörü Türk Ordusu idi. Çuval olayını ve yağmalanan irtibat büromuzu biliyorsunuz, işte o yağmadaki en büyük kaybımız bölgedeki Türkmenler arasında irtibatımız olanların listesiydi. Ve o listedeki kişiler birer birer yok edildi.
Nasıl mı?
PKK’nın sesi konumundaki Yeniden Özgür Gündem gazetesi 30 Kasım 2002 günlü sayısında, İsrail ile Barzani arasındaki 2001 tarihli gizli anlaşmayı hatırlattıktan sonra, Mossad ajanlarının Barzani ile gizli buluşmasını anlatıyor, 1 Aralık 2002 günlü sayısında ise KDP Peşmergelerine Mossad tarafından verilen eğitimlerden söz ediyordu.
Yalan değildi... Ebu Gureyb’deki işkenceleri ortaya çıkaran Pulitzer ödüllü Amerikalı gazeteci Seymour Hersh de CNN’de katıldığı bir programda, İsrail tarafından özel olarak eğitilen Kürt komando birliklerinden söz etmişti. Bir ticaret firması gibi görünen bir binayı karargâh olarak kullanan Mam Rişe isimli bu komando grubunun görevi, Türk ve Arap liderlere suikastlar düzenlemek, derneklerine, iş yerlerine, evlerine sabotaj ve gizli saldırılar yapmak, kısacası ABD-İsrail işgaline karşı direnişi ortadan kaldırmaktı. Çok sayıda Türkmen lider bu suikastlara kurban gitti.
Bir sonraki adım bölgenin demografik yapısını Kürtler lehine değiştirmekti. Tapu ve nüfus dairelerinin yağmalanması meseleyi tam olarak çözmüyordu. Süleymaniye’de İsrail sermayesiyle kurulan kredi bankasının en önemli işlevi Türkmenlerden ev ve arazi satın alacak Kürtlere yüksek miktarlarda kredi vermesiydi. Sabah gazetesine konuşan gazeteci Seymour Hersh “Kerkük’ün demografisinin değiştirilmesi için kente her gün en az 50 Kürt aile yerleştiriliyor” diyordu. (25 Haziran 2004)
Bugüne gelelim.
Türk Ordusu’nun İdlib harekâtı açıklamasında en dikkat çeken vurgu, Astana süreci ve Astana’daki garantör ülkeler idi... Amerika, saflaşmanın düşman tarafında kalıyordu. Türk ve Irak askerlerinin birlikte çektirdiği o fotoğrafın sahadaki karşılığı şuydu: Türk Ordusu İdlib’e girdi, güneyden Afrin’i kuşattı, Irak Ordusu Kerkük ve PKK’nın üssü olan Sincar’ı bölücülerden temizledi. Amerika ile işbirliği yaparak kendi vatanlarını bölmeye çalışan, Barzani, Talabani ve PKK, kendi aralarındaki geçmiş hesaplarının da öne çıkmasıyla birbirine düştü. Çünkü bölge ülkeleri birleşince ABD-İsrail tarafından yalnız bırakıldılar.
Hero İbrahim Talabani’nin intikam duygusu ya da ne bileyim Pavell Talabani’nin görüşme yaptığı Kasım Süleymani’nin aslen Kürt olması ya da filanca aşiret ile falanca kabile arasındaki anlaşmazlık, bu sonucu yorumlarken ikincil değerde bile değildir. Bunlar oldu, çünkü bölge ülkeleri birleşti. Hepsi budur... Kuytuda kıstırdıkları silahsız adamlara suikast yapan Mossad eğitimli Kürt komandoları, Amerikan tankları olmayınca Irak ordusunun karşısında duramadılar... Artık yollara dökülen Atlantik Kaçgunlarıdırlar. İşgalci olarak gelip yağmaladıkları Kerkük topraklarından çayı ocakta bırakıp kaçtılar. Aslında emperyalizme bel bağlayan zavallıların değil, bizatihi Atlantik emperyalizminin kaçgunudur bu. Avrasya’nın uyanışından kaçmaktadır.
Ha bu arada, AKP iktidarının, şimdi bu doğru adımları atarken, yakın geçmişte Barzani’yi bir devlet başkanı gibi ağırlamak, Peşmergelerine eğitim vermek gafletine düşmesini nasıl açıklayabiliriz derseniz... Aslen Yahudi olduğu iddia edilen Kerim Sincari, 2001 yılında Barzani ile Mossad yetkililerini buluşturan kişiydi, daha sonra Barzani’nin İstihbarat Başkanı oldu. Yeğeni Hüseyin Sincari de Mossad’ın eğittiği suikastçıların başındaki iki isimden biriydi, ayrıca Dağlıca karakolundan kaçırılan 8 askerimizin, Zap kampı bölgesinde DTP’li milletvekillerine teslim edilmesini ayarlayan Erbil merkezli Uluslararası Tolerans Vakfı isimli paravan kuruluşun başkanıydı... Askerleri teslim alan da amcası Kerim Sincari idi. Bu vakfın Türkiye’deki yönetim Kurulu üyesi ise şimdi Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olan ve referandum sırasında “Biz Barzani’yi kendisinden fazla düşünürüz” diyen İlnur Çevik olabilir miydi? Demem o ki, hazır Irak’taki Atlantik piyonları kovalanmaya başlanmışken, Türkiye’dekilerin de onlara katılmasını sağlamak, artık bir bekaa sorunudur.
ATLANTİK KUNDUZLARI
Atlantik kuzularının feryatları işe yaramayınca, Atlantik kunduzları çıktı sahneye...
Kunduz, kuzudan zekidir, mühendis hayvandır. Akıntıyı ölçer, topladığı çerçöp ve kayalarla, en uygun yere kendi barajını inşa eder.
Bunlar Atlantik kuzuları gibi “aman NATO’dan ve Amerikalı dostlarımızdan ayrılmayalım” türküsü söylemiyorlar, daha akıllılar. Akıntıyı ölçüyorlar. Şu anda Irak’ın büyük kısmının İran’ın etkisine girmesinden dem vurup, tehdit analizi yapıyorlar. Bunu yaparken de bastırarak şunu söylüyorlar: “Bunları söylerken kesinlikle mezhep penceresinden bakmıyorum...”
Yerseniz...
Bal gibi de mezhepçilik yapıyorlar ve akılları sıra güçlenen Avrasya akıntısına bu yolla baraj kuruyorlar. Bunu biraz da yabancı kelimelerle donatılmış birkaç ağdalı cümle ile söyleyince... Tamam, işte “nasıl da inandırdım herkesi” diye düşünüyorlar...
En basit kelimelerle soralım: İran bize ne yaptı? Bizden toprak mı istiyor? Şeriat rejimine geçmemizi mi talep ediyor. Hepimizin Şii olmasını mı istiyor? Nedir, kardeşim bu İran’ın bize tehdit olmasının nedeni? İki de bir laiklik üzerinden saldırırsınız İran’a? İran ister mi sanıyorsunuz Türkiye’de bir Sünni şeriat rejimi olmasını? Yok, değil mi? Aklınıza gelen bir şey yok. Bunların hiç birini istemiyor İran... Şu halde biz neden İran ile düşman olacağız? Söyleyin bakalım, Atlantik kunduzları, ne derdiniz var İran ile?
Oysa dost olursak, ilk başta PKK boğulacak, ilişkiler gelişecek, ABD defolup gidecek ya da İsrail sınırlarına hapsolacak, doğalgaz ucuzlayacak, ihracat artacak, daha zengin olacağız, elbette onlar da... Ortadoğu barışa ve huzura kavuşacak. Ama...Olmaz değil mi? NATO ve ABD böyle öğretti size...
Bir de bizim saf karamsarları inandırmak için şöyle diyorlar: “Kartlar yeniden karıştırılıyor.” Hayır kardeşim, kafalar yeniden karıştırılıyor...
TÜRKÇÜLÜK DERSİ
Bilmediğini bilen, öğrenmeye de hazırdır, bunun cehaletle bir ilgisi yoktur. Cehaletle savaşamazsınız, her defasında kaybedersiniz. Çünkü cehalet, bilmediğini bilmemektir. En beteri de bilmediğini kabul etmeyenlerdir.
Türkçülük ve bölücülük farklı kavramlardır, Kürtçülük ise bölücülüğün alt başlığıdır.
Tane tane anlatayım...
Pek muhterem Reisi cumhurumuz, “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” diyor ya...
İşte o tek milletin adı, Türk milletidir. Tek bayrak, Türk bayrağıdır. Tek vatan Türkiye’dir. Tek devlet de Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Türkiye, Türklerin yaşadığı yer anlamındadır. Türk milleti, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan ve kendisini Türk milletine ait hisseden bütün insanların oluşturduğu topluluğa denir.
Türk bayrağı bu tarif ettiğimiz milletin ortak tarihi içinde doğan, yaşadığı topraklar üzerinde egemenliğini ve bağımsızlığını temsil eden milli semboldür. Türkiye Cumhuriyeti devleti de, emperyalizmin yıkıp paylaştığı Osmanlı İmparatorluğu yıkıntıları üzerine, bu paylaşıma itiraz ederek savaşan Atatürk önderliğindeki Türk Milletinin, 29 Ekim 1923’te dünya ve tarih önünde ilan edip bir asırdır canı pahasına koruduğu devlettir.
Bütün bunları benimsemek, Türk milletinin dilini, kültürünü, pazarını, bağımsızlığını ve egemenliğini savunmak Türkçülüktür. Bu fikrin, en büyük öğretmeni ve uygulayıcısı da Atatürk’tür. Bölücülük ise: Türk milletini tarihsel birliğini yok ederek 36 etnik parçaya ayırmaya çalışmak ve buralardan Kürtçülük, Lazcılık, Sünnicilik, Alevicilik gibi marazların doğmasına neden olmaktır... Bir ve bütün olan Türk vatanını eyaletlere bölmeye çalışmak ya da bunu benimsemektir... Milli sembolümüz olan bayrağımızı salt siyasi bir sembol derecesine düşürüp önemsizleştirmektir... Ayrıca egemenlik dayanağımız olan devletimizin rejimini değiştirmeye, yeniden Osmanlı’yı diriltmeye çalışmak da yıkıcılıktır.
Sanırım kimin Türkçü, kimin bölücü ve yıkıcı olduğu anlaşılmıştır...