22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 11°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Atlantik kuzuları

Oktay Yıldırım

Oktay Yıldırım

Eski Yazar

A+ A-

Atlantik kuzuları - Resim : 1
Zavallıları her akşam merkez medya ekranlarında görürsünüz. Anasını kaybetmiş süt kuzuları gibi feryat ederler: Aman biz nasıl ayrılırmışız Amerika’dan?
İsimleri Türkçe, ama beyinleri İngilizce çalışıyor. Atlantik entelijansiyası bunlar, tumturaklı akademik unvanlarıyla, dolarla maaş alan sosyetik sunucuların yüzlerce metrekarelik stüdyolarda sunduğu programların gedikli konuklarıdırlar.
CNN’de her akşam rastlarsınız. Ben, 11 Ekim akşamı izledim mesela… Biri “soralım Amerikalı dostlarımıza, Türkiye’yi kim itiyor Rusya’nın kucağına” diyordu. Niye ”kucağa itilmek” deyimini kullanıyor, diye düşündüm. Atlantik ittifakı boyunca kucakta olduğumuzu biliyor ve o kucağa alışmış olduğumuzu mu düşünüyordu acaba?
Bir başkası, “Amerikalı dostlarımızı uyaralım, Türkiye gibi bir dostu kaybetmesinler” diye ünlüyordu. Kelimeler ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsüyle neredeyse aynıydı…
Bir diğeri CHP Milletvekili… Yurt dışına çıktıklarında buradaki gazete manşetlerinin hesabının kendilerine nasıl sorulduğunu anlatıyor. Ona göre “İncirlik’i kapatalım da şu Amerika’ya dersini verelim diyenler bu ülkeyi seviyor olamaz.” Ona göre “İdlib’e gitmek bataklığa saplanmak. Amerikasız olmaz, çok şehit veririz” filan…
Fırat Kalkanı başladığında Amerika’ya kalkan olmak için söyledikleri “bataklık şarkısı” yine dillerinde.
Bu Atlantikçi arkadaşlara işin aslını anlatalım. Türkiye, ABD ile savaşıyor, çok geç olmadan Türkiye cephesine, Mehmetçiğin yanına gelin.
Bakın İdlib ve Afrin’deki Amerikan fitnesinin üzerine yürüyen bir kahraman Türk subayı, ordumuz İdlib’e girmeden birkaç gün önce bana bir video göndermiş, Gündoğdu marşı (bizim askeri okullarda söylediğimiz orijinal hali) var. Altına şöyle yazmış: “Bunu her gün tüm ekip dinleyerek ve dinleterek mücadeleye devam ediyoruz abi. Müsterih olsun herkes. Çok güzel günler yakındır.”
Siz de müsterih olun Atlantik kuzuları, güzel günler yakındır.

UÇAN TIR’LAR
Atlantik kuzuları - Resim : 2
Bu aralar en sık duyduğumuz haberlerden biri, “ABD’den PYD’ye 70 TIR daha silah gitti”, “Irak’tan gelen 100 TIR Haseke’den sınırı geçerek PYD bölgesine ulaştı” vb…
Bu haberler üzerine de ekranlara çıkan uzmanlar, silahların o bölgeye nasıl ulaştığı üzerine senaryolar üretiyor. Karayolu ile İncirlik’ten gittiğini söyleyen bile var.
O TIR’lar sadece tabanca tüfek taşımıyor, zırhlı araçlar, büyük iş makinaları, toplar, vs… Bunlar karayolu ile çok uzun mesafelere taşınamaz, hem riskli, hem pahalı, hem de çok uzun zaman alır. Oysa ABD’nin böyle bir riske girmesine hiç gerek yok, 350 tonluk kuşları var çünkü.
Her filosunda mebzul miktarda bulunan C-5 Süper Galaksi (Super Galaxy) ve C-17 Globmastır (Globe Master) uçakları, çöllere bile inebiliyor. C-5 yaklaşık 129 ton taşıma kapasitesine sahip ve bu ağırlıkla 5 bin 500 km uçabilir. Yükü yarıya düşürünce, menzil de ikiye katlanıyor, zaten havada yakıt ikmali de yapabildiği için bir menzil sorunu yok. 129 ton kapasiteli bir C-5, 20 ton kapasiteli 6 TIR’ın taşıyabileceği kadar silah taşır. İlle de TIR konteyneri ile taşınacaksa, 30 metreden uzun, 5 m’den geniş ve 4 m’den yüksek olan kargo bölümüne 2 konteyner alabilir ve bunları paraşütle bile atabilir. Daha özel nakliyeleri, yani karayolu kullanamayacağı bölgelere göndermesi gerekenleri 1 tonluk paketler halinde yüksek irtifadan kumandalı paraşütle atıp, bir insansız hava aracı gibi istediği yere indirebilir.
Aynı şekilde bir C-17 benzer ebatlardaki kargo bölümüne 77 ton yük sığdırabilir ve bunları ister paraşütle atar, ister bir çölün ortasına indirir… Yere 5-15 metreye kadar alçalıp uçuşa devam ederken 60 ton ağırlığındaki tankları bile rampadan boşaltıyorlar. (Lapes sistemi diyorlar)
Kaldı ki, Musul yakınlarında bulunan El-Kayyara üssü İncirlik alternatifi olabilecek şekilde düşünülüyor. Yani bu dev kuşlar oraya rahatlıkla inebilir. Bunun dışında daha küçük kapasiteli de olsa Erbil, Dohuk, Süleymaniye, Mahmur, Kerkük ve diğer yerlerde çok sayıda üsleri var. Yani uçak yükü buralara atar, hiç inmeden büyük üsse yönelir, konteynerler de buralardan kamyonlara yüklenerek yakın mesafelere doğru yola çıkar.
Hatırlatalım, 1 Mart tezkeresi ile ABD askerlerinin ülkeye yerleşmesi engellendi, ama askeri harekât İncirlik üzerinden devam etti. İncirlik’ten kalkan bu dev uçaklar birlik dahil ne lazımsa taşıdılar o bölgeye. Bir defada ağırlıklarıyla birlikte 340’dan fazla asker, tanklar, zırhlı araçlar, Chinook helikopterleri, hatta orada konuşlanacak saldırı uçakları bile bu dev kuşlar tarafından taşındı…
Daha önemlisi sadece, Irak’a indirmek zorunda değil, Suriye’deki Tabga üssünün pistini büyüterek bu uçakların inmesine uygun hale getirdi.
Kaba hesap, 1.400 TIR gitmiş olsa, 20 tondan 28 bin ton malzeme eder. Sadece bir tek C-5 çalışsa yaklaşık 220 sortide iş biter, 10 tanesi için 20-25 sorti. Bir ay bile sürmez. Her ABD filosunda da bu C-5 ve C-17’lerden çok sayıda mevcut.
Uzatmayayım, Bahçeli oralara neyle gidecek bilmiyorum, ama adamlar silah işini havadan hallediyor kardeşim, habere konu olan TIR’lar ise kapıya teslim için…

UNUT-MAYIN
Atlantik kuzuları - Resim : 3
Kitabın adı bu… Çünkü unutmuşuz.
Değerli kardeşim Gazi Koray Gürbüz’ün kitabı kulakların duymadığı sesleri anlatıyor. Terörle mücadele ederken ya da görevi başında yaralanan, sakat kalan Mehmetçiklerin sesleri.
Fazla bir şey istedikleri yok, biraz saygı, biraz vefa hepsi o kadar. Mesela “bacağını verdiğin devlet, sana bir koltuk değneğini çok görüyorsa insan üzülüyor. Bu ayıptan dönülmesi gerekiyor” demiş.
Bir başkası belediye otobüsüne binerken “beleşçi” diye hakaret eden şoförü anlatıyor. Çok var onlardan, tanık olmasam bilemezdim, konduramazdım Türk milletine. Ve soruyor Gazi: “Biz nasıl bu hale geldik?”
Devlet, devlet olma vasfını yitirince olur böyle şeyler.
Şehit Yzb. Barış Kırıcı’nın babası, E. Astsb. Hayri Kırıcı. Yıllar önce oğlunun şehit olduğu yerlerde görev yaparken karşılaştığı insan tipinin nasıl farklılaştığını anlatıyor. Açılım ihanetini, HDP milletvekili Pervin Buldan’ın devlet karşıtı tutumunu dedeleri “Şükrü Buldan ağa görse hepsini bastonla döverdi” diyor. Ve o da soruyor aynı soruyu: Biz nasıl bu hale geldik? Bir başkası PKK’ya yardım eden korucuları anlatarak soruyor aynı soruyu.
Uzman çavuş Cengiz Özerden, Cudi’nin eteklerindeki Görümlü ve Koyunören köylerini anlatırken Koyunören için, “teröre destek veren köylerden biriydi” deyince burnumun kemiği sızlıyor.
1989’da ben oradaydım, köylü ile erzakımızı bölüşürdük. Okulu açtık, öğretmen getirttik, babasının namahrem diye okula göndermediği Yeter’e yeniden önlük giydirince, çocuk gözlerindeki o müthiş parıltıyı gördük. Başında genç bir üsteğmen olan bir bölük komandoyduk, ama devletin koruyan, kollayan eliydik. 1991 yılında Körfez Krizi çıkınca tekrar o bölgeye çok yakın olan hac konaklama tesislerine geldik. Köylü duymuş bizim geldiğimizi. Toplanıp ana karargâha geldiler, Tugay Komutanına “biz bölüğümüzü geri istiyoruz” dediler.
Şimdi teröre destek veriyorlarmış. Ben de soruyorum, o köy nasıl bu hale geldi?
O genç üsteğmen var ya… Şimdi general, 15 Temmuz gecesi Özel Kuvvetler nizamiyesini FETÖ müritlerinden geri alabilmek için, tabanca, av tüfeği ne bulursa onunla çarpışanlardan biriydi. Çatıştığı adamları arkadaşı sanmıştı yıllarca…
Hakikaten, biz nasıl bu hale geldik? Cevabı basit, çünkü unuttuk!
Bu kitapta anlatılanların isimleri hep aynı: Gazi… Babaları hep kıt kanaat geçinenlerden. Evleri hep aynı: iki göz, kimininki sıvasız duvarlı gecekondu. Ayaklarında hep kara lastik. Bu memleketin çocukları... İstekleri de hep aynı: biraz saygı, biraz vefa, hepsi o kadar…
Unut-mayın!
Çünkü unutursak, düşman hatırlatır…

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları