22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Avrupa Birliği ve biz

Cengiz Çakır

Cengiz Çakır

Gazete Yazarı

A+ A-

İkinci Dünya Savaşı sonunda baştan aşağı harabeye dönmüş olan Avrupa, ABD'nin sağladığı Marshall Yardımı ile toparlanmıştır. Avrupa'ya tarım makineleri, gübre, tohum, damızlık hayvan gibi tarımsal üretimi artıracak girdiler sağlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında açlıkla karşılaşmış olan Avrupa halklarının belleğinde “açlık korkusu” yer etmiştir. Avrupa Birliği'nin oluşum sürecinde tarıma özel önem verilmiş, birliğin tarımda kendine yeterli hale gelmesi için her türlü koruyucu önlem alınmış ve tarıma destek yapılmıştır.

AB'de çiftçiler nüfusun göreli olarak küçük bir kısmını oluşturur. Ekonomik gelişmenin hızlı olduğu dönemde tarımsal ürünler para etmiş ve diğer kesimlerin tarımı desteklemesi mümkün olmuştur. Uygulanan politikalar sonucunda kendine yeterlilik sağlanmış, hatta Avrupa'da “tereyağı dağları”, “süt gölleri” bile oluşmuştur. Sonra doğrudan gelir desteği ve ekiliş alanı kısıtlaması gibi önlemlerle aşırı üretimi azaltma yolları aranmıştır.

1957 yılında altı ülkenin imzaladığı Roma Antlaşması ile kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Türkiye arasında İsmet İnönü'nün başbakan olduğu dönemde 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara'da Gümrük Birliği Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya göre bir uyum ve geçiş döneminden sonra Türkiye Gümrük Birliği’ne ve tam üyeliğe kabul edilecekti. Başbakan Tansu Çiller dönemine denk gelen 6 Mart 1995 tarihli Ankara Antlaşması ile 31 Aralık 1995 tarihinden itibaren Gümrük Birliği yürürlüğe girmiştir. Sonucu iyi hesaplanmayan bu olay gündüz vakti havai fişekler atılarak kutlanmıştır. Avrupa Birliği’ne tam üye olup, karar organlarında yer almazken Gümrük Birliği’ne katılmak Türkiye ekonomisine büyük zarar vermiştir. Halen zarar vermeye devam etmektedir.

AB ile yapılan katılım müzakereleri sırasında Türkiye Ortak Tarım Politikasını uygulamaya başlamış gümrük vergilerini indirip, tarımsal destekleri azaltmıştır. Özelleştirmeler yoluyla tarıma destek veren kamu kuruluşları ve Tarım Satış Kooperatifleri kapatılmış veya işlev yapamaz hale gelmiştir. AB'de üretim fazlalığını önlemek için başvurulan doğrudan gelir desteği uygulaması Türkiye'de çiftçileri üretimden koparmış böylelikle tembelliğe prim verilmiştir.

İşgücü, mal ve sermayenin serbest dolaşım hakkı olan AB'de Türkiye'ye kısıtlamalar getirilmiş, iş insanlarımıza bile vize verilmek istenmemiştir. Avrupa Parlamentosu için ayrı seçimler yapıldığı ve temsilci sayısının nüfusla orantılı olduğu göz önüne alınırsa Türkiye girdiği takdirde organlarda büyük oranda temsil edilecek ve politika belirlemede söz sahibi olacaktır. Kararlar bütün üyelerin katılımı ile alındığından Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi gibi kadim dostların (!) desteğinin nasıl sağlanacağı merak konusudur. Müzakerelerde bazı fasıllar kabul edilmişse de sonu bir türlü gelmeyen görüşmeler zamanla aksamıştır.

İhraç edilen fındık, çekirdeksiz kuru üzüm, kuru incir, kuru kayısı yanında taze meyve ve sebzelerin en büyük alıcısı AB ülkeleridir. Taşıma aracı sayısının kısıtlanması, kalite standartları, kalıntı sorunu gibi tarife dışı engeller karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye'nin coğrafi koşullarına uygun olmayan entansif süt sığırcılığı işletmeleri teşvik edilmiş ve AB ülkelerindeki ihtiyaç fazlası damızlık hayvanlar Türkiye'ye satılmıştır.

İthal damızlık, ithal kesif yem ile yapılmaya çalışılan süt sığırcılığı sürdürülebilir olmaktan uzaktır. Birinci sınıf insan gıdası olan mısır, silaj ve dane yem olarak hayvanlara yedirilmektedir. Toprağı sömüren ve aşırı derecede su tüketen mısır üretimi birçok alanda pamuğun yerini almıştır. Ucuz yem kaynağı olan meralar gereği kullanılmayıp özellikle Büyükşehir kapsamına giren yerlerde adeta yağmalanmaktadır.

Tarım ürünleri tüketicilere pahalı gelmekte, buna karşın üreticiler ellerine geçen fiyatı yetersiz bulmaktadır. Tarım ilaçları, kimyasal gübreler, büyüme düzenleyiciler, yem katkı maddeleri, mısır, soya küspesi gibi yem hammaddeleri ve akaryakıt dışalım yoluyla tedarik edildiğinden pahalıya mal olmaktadır. Bu girdilerin bilinçsizce kullanıldığı da bir gerçektir.

Kullanılan azotlu gübrelerin yarısı bitkiler tarafından alınmayıp yeraltı sularına karışmakta ve ciddi bir çevre sorunu yaratmaktadır.

Çevre koşullarını iyileştirmeden ve yetiştiricileri bilgilendirmeden yüksek verim kabiliyeti olan hayvanların kapasitesinden faydalanılamaz. Havasız ahırlarda, pisliğe batmış hayvanlardan yeterli verim ve kaliteli ürün elde edilemez. Çok basit şekilde önlenebilecek buzağı ölümleri ciddi bir sorundur. Bulaşıcı hayvan hastalıkları ciddi kayıplara neden olmakta ve kimi zaman insan sağlığı açısından da tehdit oluşturmaktadır.

Galiba, “Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk”.

Avrupa Birliği
Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
İki görünüm 12 Kasım 2024
Ahlat ağacı 22 Ekim 2024
Gidişat 15 Ekim 2024