Avrupa Birliğinin Derinleşen Krizi
Avrupa Birliği, kuruluşundan bu yana en büyük krizini yaşıyor. Bunun aktüel nedeni savaş, ekonomik ve siyasi nedenlerle ülkelerini terk ederek Batı Avrupa ülkelerine sığınanlar. Bu durumun sürekliliği ve sayısının azalmaması, Almanya, Avusturya, Hollanda, Danimarka, İsveç`de büyük paniğe, siyasi gerginliğe, aşırı sağcı-ırkçı siyasi partilerin doğmasına ve seçimlerde büyük başarı sağlamalarına neden oluyor.
Almanya Şansölyesi Merkel, geçen yıl Almanya’nın savaştan kaçanlara “hoş geldin kültürü” göstereceği anlamında bir açıklama yapmıştı. Bu Almanya`ya gelmeye çalışan sığınmacılar üzerinde bir çağrı gibi algılandı. 2015 yılında bir-milyonu aşkın kaçak, Almanya’da sığınma girişiminde bulundu. Başta Almanya olmak üzere Avusturya, Hollanda, Danimarka ve İsveç’e, Yunanistan ve diğer Balkan ülkeleri üzerinden kara yoluyla her gün binlerce sığınmacının gelmesi, bu durumun her gün televizyonlarda gösterilmesi, Merkel üzerinde giderek artan bir baskı oluşturmaya başladı.
GERİ KABUL ANLAŞMASININ SONUÇLARI
Bu nedenle Merkel’in kamuoyundaki kabul edilirliği büyük ölçüde azaldı. Merkel bu sorunun aşılabilmesinde Türkiye ile yapılan “geri kabul anlaşmasının” önemine vurgu yapmakta ve Türkiye’nin Ege Denizi sınırlarını daha iyi kontrol ederek, Yunanistan`a göçmen akımının önlenebileceğini belirtmektedir. Suriye`den gelen savaş mağdurlarının Türkiye`de alıkonması için, AB tarafından Türkiye`ye 3 milyar Avroluk yardım yapılacağını açıklamaktadır.
Son olarak Almanya`da suç isleyen sığınmacıların kendi ülkelerine gönderilememeleri durumunda, bunların da, son olarak geldikleri ülke Türkiye`ye gönderileceklerine ilişkin açıklamalar yapılmaktadır. Yani Türkiye, verilecek bu para ve Türklere uygulanmakta olan vizenin ileride kaldırılması karşılığında, savaş kaçkınlarını ve örneğin Almanya`da suç işleyen sığınmacıları geri alacak bir ülke durumuna sokulmaktadır. Türkiye için yüzkarası olan bu durum, AKP hükümetinin imzaladığı “geri kabul anlaşmasının” doğurduğu sonuçtur. Bu hükümetin dış politikada attığı her adım ve aldığı her karar, Türkiye için büyük bir çıkmazı ve sorunu beraberinde getirmektedir.
AB ORTAK KARAR ALAMAYACAK DURUMA GELDİ
Öte yandan Almanya, diğer AB üyesi ülkelere, bu göç yükünün nüfusa orantılı olarak bölüşülmesi gerektiğinde ısrar etmeye başladı. İtalya ve Fransa göçten zaten benzer oranda etkilenen ülkelerdir. Bu istem daha çok AB’ye son 20 yılda üye olan başta Polonya, Macaristan gibi eski Doğu Bloğu ülkelerine yönelikti. Onlarsa bu istemi geri çevirmekle kalmadıkları gibi, bazıları Şengen anlaşmasının gereği olan kontrolsüz sınır geçişlerini bile kaldırdılar. Hatta bazıları sığınmacıların geçiş yollarını tel örgüleri ile engellemeye başladılar.
Aylardır AB’ye göç konusunda en üst düzeyde yapılan görüşmeler istenen anlaşmayı sağlayamadı. Öte yandan İngiltere Başbakanı, AB’de de bazı reformlar yapılmazsa, İngiltere’nin AB’de kalıp kalmayacağını halkın oyuna sunacağını açıklamıştı. Örneğin AB ülkelerinden İngiltere`ye gelecek kişilerin, 4 yıl süreyle sosyal yardımdan yararlanamayacakları doğrultusunda bir değişiklik istemektedir. AB genel kurallarına ters düşen bu istem de, AB Komisyon başkanı tarafından ele alınarak görüşülmeye başlandı. Bu durum AB üyelerinin, önemli konularda artık ortak karar alamayacak bir konuma geldiklerini ve ciddi bir kriz yaşanmakta olduğunu göstermektedir.
KÜRESELLEŞME SADECE SERMAYE VE TİCARETİN ÖZGÜRLÜĞÜ OLAMAZ
Dünya ekonomisine ve hatta ülkelerin politik kararlarına yön veren büyük tröstler, küreselleşmeyi yalnız kendi sermayelerinin ve ürünlerinin hiçbir sınır ve engel tanımaksızın tüm dünyaya gidebilmesi olarak anlıyor ve uyguluyorlar. Oysa küreselleşme tabii ki aynı zamanda, insanların da daha iyi iş ve yaşam koşulları için, engelsiz olarak istedikleri ülkelere gidebilmelerini içermektedir. Daha doğrusu içermesi gerekir.
İngiltere yardım kuruluşu Oxfam`in servet araştırma raporuna göre, Dünya’nın en varlıklı 85 kişisi, Dünya nüfusunun, yani 7,3 milyar insanın, birlikteki varlığının, yarısına sahiptirler. Bu büyük dengesizlik hızla giderek daha da artmaktadır. Aynı kurumun bir diğer araştırmasında, Dünya nüfusunun en varlıklı yüzde biri, Dünya nüfusunun geri kalan yüzde 99’unun varlığına denk varlık sahibidir.
Bu en zenginlerin tasavvurumuzu aşan sermaye ve tröstler, yatırımları emeğin ucuz olduğu, yasalar ve sendikalarla korunmadığı, ağır çalışma koşullarına katlanıldığı ve vergilerin düşük olduğu ülkelere kaydırmaktadırlar. Ayrıca borsa spekülasyonlarıyla da en kısa yoldan milyarlarına milyarlar katabilmektedirler.
Hükümetler ve sivil toplum kuruluşları, az sayıdaki milyarderlerin, bu kabul edilemez gelir dağılımı, sosyal adaletsizlik, spekülatif kazançları ve hukuksuzluğu karşısında adeta çaresiz kalmaktadırlar. Oysa yüzlerce milyon ve hatta milyarlarca insanın gücü tabii ki, bir avuç milyarderi kontrol edebilmeye ve gerekli yasal düzenlemelerle bu sömürü çarkını durdurmaya yetecek durumdadır. Bunun için milyonların vicdanlarının ve akıllarının, birlikteliğine ve ortak tavır alabilme cesareti göstermelerine gereksinim vardır. Ne dersiniz, sizde benim gibi böyle bir günün geleceğine inanıyomusunuz?