Avrupalılar AB’yi ne kadar tanıyor?
Bugünlerde Avrupa Birliği (AB) vatandaşları sandıklara giderek, Avrupa Parlamentosu’nu (AP) seçiyorlar.
Bu seçimde savaş ile barış, küreselcilik ile milliyetçilik ve tek kutupluluk ile çok kutupluluk siyasetleri, karşı karşıya geliyor. Ancak 27 üye ülke vatandaşlarının çoğu AB tarihini, stratejisini, parlamentonun işleyişini, yönetim biçimini ve dünyadaki politik duruşunu fazla bilmezler. 5 yılda bir seçmenler ülkedeki partilerine ve milletvekillerine oy verirler, bunları Brüksel’e gönderirler ve temsil edilmek istenirler. Peki süreç böyle mi işliyor?
Milletvekilleri AP’ye girdiklerinde evvela ‘convert’ edilirler, yani karakter değişimine uğrarlar.
Çünkü AP’ye adım atıldığında parti ‘ideolojisi’ dışarda bırakılır ve içerde uygun gruplar oluşturulur. Vatandaşlar vekilleri Brüksel’e gönderdikten sonra, bir daha kolay kolay geri dönüş olmaz ve mesele kapanır. 21. yüzyıl dünyasındaki baş çelişmede, AB’nin konumunu anlamak için, kısaca geçmişe bir göz atmak lazım.
AB HANGİ KAYNAKLAR ÜZERİNE İNŞA EDİLDİ?
‘Birleşik Avrupa’ fikirleri geçmişten bu yana hep vardı. 1924’de Avusturyalı Richard Coudenhove-Kalergi programını yazdığı ‘Pan Avrupa Birliği’ hareketini kurmuştu. Bu birliğe siyasetçiler, bakanlar ve bilim insanları üyeydi. ‘Özgürlük, barış ve refahı’ temel alan hareket, daha sonra 1947’de ‘Avrupa Parlamenterler Birliği’ şeklini alarak, yeni bir dünya savaşını ‘önlemeyi’ amaçlıyordu.
Sonraki on yıllarda, kalıcı ‘barış’ hedefiyle, genelde ekonomi odaklı “Avrupa Birlikleri” oluşumları, farklı isimler altında hayata geçirildi.
1952 ile 1992 arasında “3 farklı Avrupa Birliği” kurulmuştu.
İlk ‘Avrupa Birliği’ temelini 6 ‘buçuk’ ülkenin yer aldığı ‘EGKS’ atmıştı. 1952’de Fransa ve Almanya kömür ve çelik üretimini birleştirerek, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (EGKS) ilan ederler. EGKS’nin birleşik yüksek dairesinde Fransa ve Almanya’nın yanısıra Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya da yer alıyordu. Bu topluluğa Fransa’nın sömürgesi Cezayir’in kuzeyi de dahil edilmişti. Fransa 50’li yılların ortasından sonra, enerji ihtiyacının (petrol, doğal gaz) önemli bölümünü buradan temin ediyordu ve hala ediyor. ‘Fransalmanya’ merkezli AB’nin temeli, bu kaynaklar üzerine inşa edildi diyebiliriz. Doğal kaynaklara sadece Fransa’nın değil, İngiltere’nin de ilgisi büyüktü. İngiliz BP şirketi taa 1. Dünya Savaşı döneminde, İran petrolünün %52 hisselerini satın almıştı. 1951’de iktidara gelen Mussadık, İran petrolünü millileştirmişti. EGKS’nin kuruluşundan 1 yıl sonra, İran Başbakanı Mussadık CIA destekli darbeyle indirilmişti.
1970’li yıllarda Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, ikinci birlik olan Avrupa Ekonomik Topluluğu (1957) ve üçüncü birlik olan Avrupa Atom Enerji Topluluğu (1958) bir araya gelerek, Avrupa para birimi üzerine vizyonlarını görüşürler. 1979’da Avrupa Parlamentosu, üye ülkeler tarafından seçilir. Artık ‘Avrupa Birliği’ fiilen vardı, ancak sermayenin serbest dolaşımı önünde gümrükler ve yerel vergiler, aşılması gereken ‘engellerdi’. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve 1990’lardan itibaren ‘engel’ teşkil eden ‘Demir Perde’ ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte, Avrupa Birliği’nin yolu ve ulusüstü tekellerin önü açıldı.
AB BUGÜNKÜ ŞEKLİNİ KARŞI DEVRİM SÜRECİNDE ALDI
Sovyetler Birliği içerisindeki karşı devrim güçlerinin kapitalist yola yönelişi, SSCB’nin doğu Avrupa’yı kaybetmesiyle sonuçlandı. ABD’nin karşısındaki ikinci kamp olan Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, dünya dengesinde boşluk oluştu. Avrupa Birliği’nin oluşumu bu ‘boşluğu’ doldurdu deniliyordu. 1990’larda varlığını bağımsız sürdürmeye çalışan Yugoslavya, NATO ve Avrupa güçleri tarafından parçalandı. Bazı doğu bloku ülkeleri de dışarda bölündü, içerde (AB’de) tekrar ‘birleştirildi’. 8 doğu bloku ülkesi art arda önce NATO’ya ve 5 yıl aradan sonra, AB’ye alındı.
Neden 5 yıl? Bu süre zarfında NATO’nun “derin devleti” söz konusu ülkelere yerleştirilmeliydi.
Derin devletin varlığı en son Slovakya başbakanı Robert Fico’ya yapılan suikastle, kendisini bir daha gösterdi. AB üye ülkelerinin neredeyse tamamına yakını, aynı zamanda NATO üyesidir. Diğer taraftan ABD’nin Almanya yanısıra, Kosova’da en büyük askeri üssü bulunmaktadır. Kosova, Sırbistan’dan koparılan ve ‘fiilen’ AB’ye monte edilen son parçaydı.
Özetle Avrupa’nın içerisindeki NATO ve ABD, ‘bağımsız’ bir AB yolunu tıkıyor. AB’ye katılan her üye ülke, iç pazarını ulusüstü tekellere açmak zorunda kaldı. Önceki aylarda NATO karşıtı gösteriler bölgelerarası yayıldı. Avrupa Birliği’nde NATO ve ABD karşıtlığının güçlü olduğu bölgeler, genelde ‘Slav’ coğrafyasıdır. Slav sözcüğünün bir diğer tanımlaması ‘köle’ anlamını içerir. Slav halkların hegemonyaya karşı olmaları, tarihi derinliklere dayanıyor. Roma döneminde köle önderi Spartacus etrafında toplananlar ve ya Hitler Faşizmine karşı Partizan savaşları veren Slav halkları, birer örnektir.
AB’NİN YÖNETİM BİÇİMİ NEDİR?
Polis örgütü Europol, Avrupa Merkez Bankası ECB, AB vatandaşlığı ve avro haricinde 27 üye ülke kendi yönetim biçimini sürdürüyor. Avrupa Birliği, merkezi bir silah tekeline hükmetmediğinden dolayı, merkezi orduya da sahip değildir. Dolaysıyla birlik içerisinde ‘27 farklı silahlı gücün’ olması, AB’nin tek devlet olmadığını gösteriyor. AB güçler ayrılığına da hükmetmiyor. Bu şekliyle AB’nin yönetim biçimi fiilen bir Federasyon’dur.
AB’yi yöneten en yüksek kurum, AB-Komisyonu’dur. 27 komisyon üyesi, AB üye devletleri tarafından atanıyor, yani komisyonu vatandaşlar seçmiyor. AB- Komisyonu strateji üretir, kanun önergeleri çıkarır, finans kaynaklarını kontrol eder, kararlarda ağırlığını koyar ve AB’yi temsilen, dünyayla her türlü sözleşmeleri yapar. AB-Komisyonun altında, AB-Konseyi (ülke yöneticilerinden oluşuyor) ve Avrupa Parlamentosu yer alır. Avrupa Birliği 12 çekirdek devletle sınırlı kalmadı, 2000’li yılarda sürekli katılımla nihai 28 üyeye kadar genişledi.
AB’NİN ANAYASASI VAR MI?
Anayasalar devrim ve ya karşı devrimler sonucunda yazılır. AB’nin bugünkü yapısı karşı devrimin sonucudur, ancak henüz bir anayasa başaramadı. Geçmiş yıllarda bir ‘AB-Anayasası’ hayata geçirilmek istenmişti, ancak üye ülkelerinde yapılan oylamalarda 2006’da reddedilmişti. AB bir arada kalmayı ‘Anayasa için sözleşme’ ile sürdürüyor. Anayasası, ordusu ve bağımsızlığı olmayan AB’nin, ileride üye ve dolaysıyla ‘toprak’ kaybetmesi kaçınılmazdır. AB’deki bazı sağcı partiler ve milliyetçi güçler, kendi ülkelerinin AB’den ayrılmalarını zorluyorlar. AB’yi kaldırıp, yerine “Avrupa Ulusal Bağımsız Devletler Birliği” şeklindeki oluşumu daha sağlıklı buluyorlar. İngiltere’nin Brexit’i, AB’den ayrılma siyasetinin ‘hayal’ değil, gerçekçi olabileceğinin bir göstergesiydi.
Sistem, milliyetçi partileri kontrol altında tutmak için, AP içerisindeki liberal ile milliyetçi gruplara ‘ittiffak’ yaptırabilir.
GEÇMİŞİ FARKLI OLANIN GELECEĞİ ORTAK OLUR MU?
AB’nin ortak üniter anayasası, ordusu, savunma politikası, iktisat programı, dili ve eğitimi yoktur. Ortak ordusu olsaydı, Fransa her fırsatta ‘AB Ordusu’ kuralım demezdi.
Ortak iktisat olsaydı şirketler gelir vergisinin yüksek olduğu yerden, düşük olduğu bölgelere taşınmazdı. Krizler karşısında da ortak plan etrafında hareket edilemiyor.
2008 finans krizi, mülteci göçleri, Brexit, pandemi dönemi, enerji sorunu, savaş ve yaptırımlara bakıldığında, her kafadan ayrı ses çıkıyor. En son Filistin’i tanıma meselesinde de, Brüksel değil üye devletler tek tek karar veriyor.
27 ÜYE ÜLKE NEDEN ORTAK HAREKET EDEMİYOR?
Brüksel’de ‘tek AB yönetimi’ olabilir, ancak üye ülkelerde geçmişten gelen bazı ‘yönetim alışkanlıkları’ devam ediyor. Parlamenter demokrasi, parlamenter monarşi ve sosyalist halk cumhuriyeti kökenli devletler, ‘bağımsız AB’ ilkesi etrafında kenetlenemiyor. Avrupa kıtasının neredeyse yarısı hala monraşilerle iç içe. Örneğin Belçika’da “cumhuriyet” adıyla bir partinin kurulması kolay değil, hatta ‘yasak’ olduğu da söyleniyor.
Bir konuda AB ülkeleri neredeyse hem fikirler. O da Türkiye’nin AB’ye alınmaması meselesidir. Aralık 1994’de yapılan AB-Essen Zirvesi’nde, nihai yeni üye ülkeler belirlenir. AB-Konseyi, Polonya’dan Edirne sınırına kadar uzanan bölgenin AB’ye dahil edileceğini öngörür. Ancak AB-Konseyi bu zirvede Türkiye’nin AB’ye alınmayacağını da ‘kararlaştırır’.
Hakim sınıflar AB adaylığında ısrarını sürdürebilirler, ancak Türkiye halkının Cumhuriyet mitinglerinde aldığı tavır kesindi. Ne ABD ne AB Tam Bağımsız Türkiye!