23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ayasofya

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Saymadım… Ayasofya’nın müze olmaktan çıkarılıp cami olarak kullanıma açılması doğrultusundaki tartışmaların bugüne değin kaçıncısının yaşandığını da bilemiyorum. Bildiğim tek şey ise, gazeteciliğe başladığım 70’li yılların bayından beri –daha öncesi de var tabii- bu tartışmaların sürüp gittiği… Sanırım bir süre daha da sürüp gidecek..

Bu günlerde de bu tartışmalardan birini- belki de bugüne dek yapılanların en kapsamlı ve de en çok katılımlı olanını- yaşıyoruz. Bu da bize, yıllar yılı havanda su dövdüğümüz bir konuda sonuca yaklaşıldığının bir sinyalini veriyor. Bu verilen ya da kimilerince verilmek istenen sinyalde pek fazla seçenek yok: Ya eskisi gibi müze olarak kalacak ya da camii olarak kullanıma açılacak….

Tartışmaların tümü bu iki seçenek arasında yoğunlaşıyor. Ama müze olarak kalmasını arzulayanlar- istisnaları tenzih ederim- camii olmasını isteyenler kadar net ve de kararlı konuşamıyor, bir şeylerden çekinir gibi alçak ve ancak kendilerinin duyabileceği bir ses tonuyla “müze olarak kalsın…Ama…” diye bir diğer seçeneğe de gönderme yapma gereğini duyuyorlar… Hatta her daim Atatürk’ün mirasına sahip çıktığını iddia eden CHP ‘nin kurmayları bile, “bizim için cami olarak kullanılmasında bir sakınca yok” deyip, bir bankanın sahip oldukları hisselerindeki kadar, kararlı ve de istekli olduklarını ortaya koyamıyorlar.

Olayın, tarihsel, hukuksal, politik, dini yanları bir yana, bir diğer garip yanı ise, tartışılan konudan çok, bu konuyu tartışanların konuyla olan ilişkileri. Bu konuda ekranlara çıkıp da konuşanların büyük bir çoğunluğu, tartışılan konunun içeriğinden daha çok, temsil ettikleri çevrelerin hoşnut kalacakları çözümler üzerinde ısrarcı olarak öne çıkıyorlar. Üstelik bu kişilerin büyük bir çoğunluğunun da, tartışılan konuyla uzak yakın bir bilgi ve birikimleri yok. Yani ekranlarda, her hafta, her gün, her saat ve de her konu hakkında konuşmakta bir beis görmeyen bildik, tanıdık, giderek, ne söyleyeceklerini aşağı yukarı değil, doğrudan doğruya bildiğimiz o malum, aşina olduğumuz çehreler… Örneğin aynı kişiler; aynı programda, hem salgından, hem depremden, hem ekonomi ve de dünyadaki olaylardan, hem de iç politikayla geleceğin dünyasının teknolojik verilerinden söz edebilecek kadar da donanımlar. . Bir de bunlara, konuklardan çok, bu tür oturumları yöneten kişilerin gereğinden fazla konuşkanlığı ve de iki dakika önce konuşanları –sanki hiç kimse anlamamış gibi- özetlemeleri eklenince, çoğu programda –tümünde değil- sorunların nasıl analiz edilip çözülebileceğine değil de, nasıl çözümsüzlüğe dönüştürüldüğüne tanıklık ediyoruz.

Bazı konuların tartışılması fena halde uzmanlığa gerek duyuyor… Bırakın uzmanlığı bir yana, konuyla uzak yakın ilgisi olmayanların beylik cümlelerle, yüzeysel, tek boyutlu –hatta boyutsuz- yanlı yaklaşımları, ele alınıp işlenen soruna farklı bir bakış getirmediği gibi, onun yörüngesinden saptırılarak, akla gelmedik yönlere sürüklenmesine de zemin hazırlıyor.

Ayasofya’ya ilişkin yapılan tartışmaların büyük bir kısmı da ne yazık ki böyle. Bu tür konuların, popülist, ideolojik ve hele hele şovenizme varan aşırı bir milliyetçilik ezberleriyle çözüme ulaştırılmak istenmesi ne yazık pek sağlıklı olmuyor. Aksine, bir soruna çözüm olarak ileri sürülenlerin bir çoğu, ilerde çözüme ulaştırılması istenen sorundan daha büyük sorunlar doğurabilecek bir konuma getiriliyor.

Ama Ayasofya tartışmalarından böyle bir sonucun çıkarılmak istenmesi de hiç kuşku yok ki nedensiz değil. Birileri; yoksa, dünyanın en büyük kubbelerinden birine sahip olan bu görkemli yapının üzerine, kimi ayıplarını örtüp gizlemek için bir başka örtüyü mü geçirmek istiyor?

Ama bu yapının üzerine hangi amaçla, hangi örtü, hangi boyutlarda örtülmek istenirse istensin, ecdadımızın bir benzeri olmayan nadide bir mücevher gibi, kubbesindeki mozaiklerden, duvarlarındaki levhalara, dört bir yanındaki minarelerden, türbelerine dek her bir değerini koruyup, zenginleştirerek bizlere emanet ettiği bu dünya mirasının üzerini kapayabileceğini hiç sanmıyorum…

Ayasofya’nın gerçek değeri ve de kimliği, geçmişinden geleceğe taşıdığı çok kültürlü zenginliğindedir...