Aydın Refleksi 2: Olayların Gölgesinde
Geçen yazımızda anımsadık ki, “aydınların refleks veremez durumda olduklarını” söyleyen Attilâ İlhan göremedi ama hemen sonraki yıllarda ABD güdümlü FETÖ’cü Ergenekon davalarına karşı Demirtaş Ceyhun’un girişimiyle 250 kadar aydın ve sanatçı The Marmara’da görkemli ve cesur bir toplantı düzenledi. Aslında Ceyhun için yazar olmak; öngörülü, ülkesi ve toplumu için olduğu kadar dünya ve insanlık için sorumluluk duyan entelektüel / aydın kişiliğini yüklenmek anlamına geliyordu. Nitekim ABD’de İkiz Kuleler vurulduğunda (11 Eylül 2001), Jr Bush’un“crusade” (Haçlı Seferi) çağrısıyla dünyanın uzun bir karanlık çağa, teknolojik donanımlı Yeni Ortaçağ’a sürüklendiğini saptamamızın ardından, yer konusunda Tarık Akan’ın sağladığı kolaylıkla Nâzım Hikmet Kültür Vakfı’nda yapılan geniş katılımlı toplantıda bir aydın girişimi olarak edebiyat ve düşün dergisi Eski’yi çıkarmak üzere kolları sıvamış; yönelimler ışığında 1 Kasım 2001’de dergiyi çıkarmıştık.
AYDIN ÖNGÖRÜSÜ
ABD’nin tam yirmi yıl sonra gelinen noktada Afganistan’ı Taliban’a terk etmesi sürecinde dünyada ve ülkemizde yaşanacak olası durumlar üzerine Sanatçılar Girişimi, “Ülkemiz için kaygılıyız” başlıklı bildiriyle, “iktidara uyarıda muhalefete çağrıda” bulundu. Bildiride, orman yangınlarına değinilirken yer verilen, “Şu günlerde ülkemizi kasıp kavuran yangın felaketinde görüldüğü gibi, yönetim hiçbir sorumluluk kabul etmemekte, toplumun gözünün içine bakarak sorumluluğu başka kurumların üzerine atmada çekince görmemekte; toplum bütün bireyleri ve kurumlarıyla gerçek dışı, kabul edilemez bir ortama ve bir altüst oluşa doğru sürüklenmektedir.” saptamasının hiç de yersiz olmadığı, hemen ardından Bartın, Sinop, Kastamonu üçgeninde yaşanan sel felaketinde görülen ihmaller sonrasında daha bir belirginleşti.
AFGAN GÖÇÜ VE KAYGILAR
Bildiride, “özellikle Afganistan üzerinden dalga dalga gelmekte olan genç erkek toplulukların” işaret ettiği tehlikeye dikkat çekilerek, “bu yasadışı göç olgusunun ülkemizin laik, demokratik, yurtsever yurttaşlarına, nüfusumuzun büyük çoğunluğuna karşı, olası bir milis güç oluşturma hazırlığı olduğu” belirtiliyordu. Eğer bu göçmenler, konuyu öteden beri yakından izleyen diplomat ve siyasal uzmanların genellikle vurguladığı gibi, ABD’nin eğittiği askerlerden oluşuyorsa, bildiri bir antiemperyalist uyarı niteliği taşıyor demektir. Kaldı ki bu yoğun göç, antiemperyalist Avrasya çizgisine göre, “ABD emperyalizmini ülkesinden kovan Taliban’a karşı” ve ABD denetimindeki güçlerden oluşuyorsa, demek ki ülkemiz için en azından FETÖ kadroları kadar tehdit oluşturuyordu. Kimlerce ve hangi niyetle imzalanmış olursa olsun, Sanatçılar Girişimi’nin bu uyarısı, hem iktidar ve muhalefet hem de toplumun tüm katmanlarınca değerli bir uyarı olarak görülmek gerekir. Yok, eğer bu göçmenler, toplumsal düzene ve kendilerine Hamurabi yasalarından mülhem İslâm şeriatının en gaddar kurallarıyla saldıracağından kaygı duyulan Taliban korkusunun kaçışa zorladığı denetimsiz kişilerse, 20 yıldır zaten yaşamakta olduğumuz bozulmayı toplumun en ücra dokularında hızlı bir çürüyüşe taşıyacaktır. Bu ise çok daha korkunçtur ki, ABD emperyalizminin 70 yıldır ülkemizde görmek istediği sonuçtur.
TSB’NİN KAYGISI
Sanatçılar Girişimi’nin bildirisine yanıt veren TSB Başkanı Murat Demirbaş, yayınlanan bildirinin sanatçı sorumluluğu ve aydın tavrı ile bağdaşmadığını belirterek, suçlamada bulundu: “Türkiye’nin her ayağı tökezlediğinde sanki pusuya yatmış gibi seslerini yükseltip, hazır fırtına çıkmışken gemiyi istedikleri limana sürüklemenin telaşını yaşıyorlar adeta.” Ardından, ülke ve insanımız için 40 yıldır süren tehlikeyi vurguladı: “Terör örgütlerinin, FETÖ ve HDPKK’nın adını anmadan sıkça tek adam rejimi söylemini kullanmanızdan kaygılıyız.” Oysa toplumun tüm kesimlerinin sürekli gündeminde bulunan bu hakikate, çok yeni bir boyuta taşınmadıkça bir bildiriyle ilgi çekmeye çalışmanın aydınlar açısından hiçbir işlevselliği yoktu. Hakçası açıklama, TSB’yi, aydın ocağı olarak, “olayların gölgesinde yanılsamaya” düşürmekten öte bir anlam içermedi.
KİMİN YANINDA KİME KARŞI
Bugünün Türkiye’sinde aydınlar özne olarak kimin yanında kime karşı olmaları gerektiğini çok hassas tartıya vurmalılar. Doğu Perinçek, zaman zaman, “Gerçek şu ki Türkiye Sayın Erdoğan’ı yönetiyor” vurgusuyla, özne işlevini doğrudan doğruya nesnel ve tarihsel sürecin yüklendiğini ima ediyor. Aslında bu, pek çok aydının dünya çapında benimsediği bir saptamadır.
Güncel olayları değerlendirip geleceğe dair sağlam öngörüde bulunmak çok zorlu bir çaba ve donanım gerektiriyor. Marx, olayların görünüşü ve gölgesiyle aldanmayıp onları dünden yarına çizdikleri eğride ve ideolojik ufkun ötesinde görmenin zorunluğunu vurgularken yalnızca bilim adamı ölçütleri getirmiyor, gerçek aydın oluşun başlangıç ilkesini de koyuyordu. Politik olgu ve bağlantılar kimi yakıcı sorunlarda belirsizleşebilir, dahası postmodern görünüm alarak bulanıklaşabilir ya da aydın ve sanatçıların yönelimleri zaaf işareti taşıyabilir. Böyle durumlarda hemen saldırgan bir söylem kullanmak, karşıtlıkları daha da sertleştirmeye ve yarılmayı derinleştirmeye yol açacaktır. Çare, ülkenin içinde bulunduğu nesnel ve öznel koşulları değerlendirirken dokuz düşünüp bir söyleme yöntemini terk etmeyip güçlü ve kalıcı çözümler aramaktan geçiyor...