Aydın ve Kültür 2: Fedai Aydınlar korkusuz olur!
Bazı tarihi süreçler vardır ki çatışmanın yüksekliğinden gerçeklerin gizlenmesi, hakikatin örtülmesi olanaksız hale gelir. Günümüzde bu netleşmeyi bütün boyutlarıyla yaşıyoruz. Tarafını kendi sınıfsal konumuna göre belirlemiş aydınlar, düşünsel savaş meydanında karşı karşıya. Bilgisini, birikimini egemen sınıflardan yana kullanan aydınlar ile emekçi halktan yana kullanan devrimci aydınların kavgasıdır bu.
AYDIN, HALKI ALDATIR MI? ALDATIR!
Örneğin Küreselci Emperyalizmin bir aydını olarak Hasan Cemal, sözü dolaştırmadan “Amerika, Avrupa Birliği, NATO, Batı İttifakı olmasaydı, Demokrasilerin önü açılamazdı; Hitler'den, Stalin'den kurtulamazdık; bugün de Putin'lerden kurtulmak için bunlara ihtiyacımız var,” derken kendi mücadelesinin gereğini yerine getiriyor. ABD’yi, AB’yi, NATO’yu insanlığın kurtarıcısı olarak sunuyor.
Cemal, İnsanlık düşmanı Hitler ile vatanını savunan ve hatta Avrupa’yı Nazi işgalinden kurtaran Stalin’i bir tutuyor. Sonra da bugün emperyalizmin ihtiyacına uygun olarak ABD’nin hedefindeki Yükselen Asya’nın öncü liderlerinden Putin’e saldırıyor. Elbette Aydın kendi sınıfsal görevini yerine getirmeye çabalıyor.
Öte yandan Doğu Perinçek tam tersine, ABD, AB ve NATO’nun dünyadaki ve bölgemizdeki kanlı tarihini dile getirerek asıl düşmanı işaret ediyor: “ABD ve NATO’ya karşı kararsız tavırların bedeli ağır olur. Türkiye, bugün Karadeniz’deki tehdide karşı mevzilenerek, yarın Akdeniz’deki tehditlere karşı en doğru siyaseti izlemiş olacaktır. NATO içinde kalmak demek boynuna bağlanmış kemende katlanmak demektir."
Karşımızda iki aydın tipi var. İkisi de kendi sınıfsal görevini yerine getiriyor: Biri Küreselci emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden Amerikancı aydın, diğeri tam karşısına mevzilenmiş, birikimini, aydın olma gücünü mazlum milletlerden yana seferber etmiş devrimci aydın.
Perinçek kitabında, Hasan Cemal örneğinde görüldüğü gibi, aydının sınıfsal rolünü büyük bir açıklıkla ortaya koyuyor:
“(Bunların) Küreselleşen dünyada birinci görevleri; vatanı, milleti, ülkeyi, bağımsızlığı, ulusal devleti, Kemalist Devrim’i, Kurtuluş Savaşı’nı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, Türkçeyi, sosyalizmi, ne kadar devrimci önder varsa hepsini, Atatürk’ü, Lenin’i ve Mao’yu, Türkiye’ye ve devrimciliğe ait ne varsa aşağılamaktır. İkinci görevleri ise, Amerikan ve Avrupa emperyalizminin ne kadar kiri varsa, beyazlatmak, parlatmak, yaldızlamaktır.”
Şimdi soralım: Halkın karşısında, “idealize edilmiş aydın” sıfatını taşıyan bir kişi, halkı aldatabilir mi? El cevap: Aldatır! Üstelik bunu, halkın “aydınlar aldatmaz” yanlış inancına dayanarak güvenle yapar. Halkı bu çok tehlikeli yanılsamadan kurtarmak için “aydın” dediğimiz kişinin sınıfsal seçimini de ortaya koyacak bir tanımlana gerekiyor. Doğu Perinçek bu sahtekarlığı açığa çıkararak, sürüp gelen oyunu bozuyor.
AYDIN KAVRAMINI DOĞRU KAVRAMAK
“Aydın” kavramının, yüklendiği anlam bakımından önemi yaşamsaldır ve Türkiye’de aydınlar arasında tartışılması da işte bu ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Doğu Perinçek’in “Aydın ve Kültür” kitabı tam olarak bu ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkıyor ve derinlikli tespitlerle, yürütülen tartışmaya noktayı koyuyor: “İşçi ve sermayedar, nesnel olarak üretim sürecindeki konumları nedeniyle bir sınıfın üyesiyken; aydın, hangi sınıfın manevî değerlerini üretirse ve hangi sınıfın siyasal mücadelesine önderlik ediyorsa, o sınıfın üyesidir.”
Aydının “bağımsızlık” ve “özerklik” iddiası ise, aslında en bağımlı aydınların özelliğidir. Safını egemen ideolojiden yana belirleyen aydınlar, çoğu zaman, halka karşı düşmanca tutumlarını gizleme mecburiyeti de hissederler. Bu duruma Aydın ve Kültür kitabında şöyle açıklık getiriliyor:
“Düşün ve sanat alanındaki aydın, sermayeden daha bağımsız konumlarda görünmeye çalışır. Onlardan böyle yapmalarını özellikle burjuvazi ister. Çünkü burjuvazi, ezdiği ve sömürdüğü sınıfları, aydınlar aracılığıyla ideolojik denetim altına alır. (…) Burjuvazinin ideolojik hegemonyasını, ancak burjuvaziden ‘özerkmiş’ gibi görünen, hatta burjuvaziye karşı sevimli yaramazlıklar yapan ve kimi zaman ‘kafa tutuyormuş’ gibi davranan bir aydın takımı gerçekleştirebilir.”
Doğu Perinçek, “Aydın” kavramının yüklendiği anlamın yaşamsal görevini bir türlü anlamayan ve kavramı bilim dışı yorumlarla idealize ederek sapkın akımları besleyen yazarlara şöyle sitem ediyor. “Birçok aydınımız, Gramsci hayranlığını bir aydın belirtisi olarak kullanıyor, ama o büyük partili teorisyenin şu saptamasını kendi hayatına uygulamayı düşünmüyor,” diyor ve ardından, Gramsci’nin tarihi tespitini paylaşıyor:
“Bir insan yığını, örgütlenmeksizin (en geniş anlamıyla), kendisini öteki gruplardan ayırt edemez ve kendiliğinden bağımsız hale gelemez; oysa aydınlar olmadan, yani örgütleyiciler ve yöneticiler olmadan, teori-pratik grubunun teorik cephesi, düşünce ve felsefe çalışmasında ‘uzmanlaşmış’ kişilerin oluşturduğu bir tabaka içinde somut olarak kendisini göstermeden örgütlenme olmaz. Ancak bu aydın yaratma süreci uzun, güç, çelişkiler, dağılmalar ve yeniden toplanmalarla doludur.”
DEVRİMCİ SINIFIN DEVRİMCİ AYDINI
Bugünün okurunun gözünde aydının eylemiyle kültürel tarih içindeki yerini ele alan kitap, aynı zamanda uygarlık anlayışına da netlik getiriyor. Milli kültür ile evrensel kültürün oluşmasının kaynakları, mecburiyetleri ve bütünleşme süreçleri ortaya konuluyor. 21. Yüzyılda milli devletlerin var olma yasaları da emperyalizme karşı mücadele içinde oluşuyor:
“Ancak bugün milli devrimci kültür, ‘küreselleşme’ başlığı altında yürütülen emperyalist saldırıya direnişin kültürüdür. Artık burjuva demokratik kültürün kalesi, Zenginler Kulübü değil, fakat Ezilen Dünya ülkeleridir. Emperyalist karakter kazanan ve mafyalaşan tekelci burjuvazi, 18 ve 19. yüzyılın sermaye sınıfı gibi burjuva demokratik kültürü savunmuyor, tersine burjuva demokratik kültürü (‘milli kültür’) yok etmeye çalışıyor. İşte Huntington’un ünlü ‘uygarlık savaşları’ teorisi, böyle bir amaçla piyasaya sürülmüştür.”
Dünyada olup biteni tam olarak anlayabilmek ve kendi devrimci aydın tavrımızı ortaya koyabilmek için, Asya Çağı gerçekleri içinde Türkiye’nin konumunu doğru kavramamız gerekiyor. Bu açıdan “Aydın ve Kültür” kitabında son bölümü “İslam uygarlığına tarihsel bakış” başlığı altında genişçe işlenmiş.
Bu bölüm, konuyla ilgili ciltlerce kitabın yoğunluğu değerinde bilgi sunuyor. Türkiye’nin ve Asya coğrafyasındaki milli devletlerin Türk ve Müslüman karakteri düşünüldüğünde bir devrimci aydının bilincine çıkarması gereken temel değerlere diyalektik bütünlük içinde yer veriliyor.
FEDAİ AYDININ MAL KORKUSU, CAN KORKUSU YOKTUR
Perinçek, Yunus’un derin bilgeliklerinden birini en başta anarak kitabına başlıyor:
Var şimdi miskin Yunus
Uryan olup gir yola
Yüz çukallu gelürse
Yalıncağı soyamaz.
Yazar kitaba yakışan, bir bakıma en sonda söylenecek bu özlü sözü en başa alarak mazlumun, emekçinin, haklının, ezilenin yanında duran ve benlikten, kibirden arınmış devrimci aydın karakterini, ahlakını özetliyor. Diyor ki, ey halkın mutluluğu yolunda yürüyen kişi sen, dünya zevkini, hayatın tatlarını malda mülkte arama. Fedailerin mal korkusu, can korkusu yoktur. Bunların ağırlığından soyun da, öyle gir yola. Bak göreceksin, karşına düşmanlarının yüzü birden ve en kalın zırhlara bürünüp çıksa sana zarar veremezler.
Türkiye’nin öncüleri arasında bulunduğu Asya Çağının devrimci aydınlarından olabilmek, bilgi ve kavramsal donanımın, manevi güçle, devrimci iradeyle tamamlanmasına bağlıdır. Doğu Perinçek, tam zamanında geliştirilmiş yeni baskısını okurla buluşturduğu “Aydın ve Kültür” yapıtını şu tespitle sonlandırıyor: “Türkiye, krizleri devrimle çözer. Türkiye’nin devrimci aydını bu çözümün zihinsel gücü olarak 21. yüzyılın gündemindedir.”
Devrimci aydınlar fedai aydınlardır. Fedai aydınların mal korkusu, can korkusu yoktur ve çok şükür Türk aydın geleneği onlarla doludur. Tıpkı, “Felek bütün cefasın toplasın gelsin, dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten,” diyen Namık Kemal gibi.
Ben de, bugün özellikle millici, devrimci aydın gençliğe, üstlendikleri görevin ağırlığı ve sorumluluğu gereği, “Aydın ve Kültür” kitabını bir an önce edinip, satır altlarını çizerek, not alarak ve tartışarak okumalarını öneriyorum. Yaşasın Türk milletinin Yükselen Asya’da görev üstlenmiş devrimci aydın geleneği!